Sıcak yaz günleri. '88 Yılı. Delişmen, kabına sığmayan, ergenliğin uçarılığının alabildiğine kuşattığı ortaokul arkadaşım Erdal. Dört tekerli araba lastiği olan at arabasının üzerinde, ayakta olduğu halde bağırarak; "Al sana kitap, oku!" diyerek rüzgar gibi tozu dumana kattı, gözden kayboldu. Bense şaşkınlıkla kitabı bahçenin orta yerinden alıp oturduğum duvar dibine geldim. Kitap nedir bilmezdim. Kalınca bişiydi.O yıllar malum. Henüz herşeyin daha arı duru olduğu zamanlar. Kösül bir halde sayfaları karıştırdım. Gitgide birşeyler belirmeye başladı. Harfler görünür oluyorlardı. İsimler, sıcak, kerpiç evler... Bu ilk hal ne kadar sürdü hatırlamıyorum. O akşam yemek yememiştim. Anam beni bi güzel paylamıştı ekmaa almadım diye... Bir iki günde bitti kitap. Ben bi hâl oldum. Okumaya başlamıştım! Kitabın devamı varmış. Acemiyim ya. El yordamıyla diğerlerinede ulaştım. Sonuncuyu gazetede yayınlanırken yakaladım. Şehrin kenar bir mahallesinde, okuması olmayan bir ananın oğluyum ben. Şimdilerde bir hayli kitabın sayfaları arasından süzülerek yola devam ediyorum. Böyle başladı okuma. Arkadaşımdan hâlâ bir haberim yok. Nerede, ne yapar kim bilir? Düşmedim değil, düştüm peşine. Kitabın kahramanı, İnce Memed dediyse, "Şu kayalıklara vardık mı gerisi Anavarza." O at arabası tekrar gelir mi bilmem?...