said

Sabitlenmiş gönderi
Cinayeti kimin işlediğini umursamıyordum aslında. İnsanların ruhunu çürümeye mahkûm etmek, onları içki şişelerinde, hayal dünyalarında teselli aramaya itmek çok daha büyük bir suçtu ve bunu yapanların ikiyüzlülüklerini, sığlıkları suratlarına çalmak istiyordum. […] Nefret dolu bir canavardım. Ne kadar nefret dolu olduğumu gördükçe kendimden daha çok nefret ediyordum.
Reklam
her şey geçiyor ve hiçbir şey geçmiyor
Sayfa 35
Bütün olaylar benim dışımda olup bitti, ben yalnız günleri ve saatleri bildim.
Sayfa 25

Reader Follow Recommendations

See All
Birtakım yüzler geçiriyorum gözümün önünden. Saçlı. Kel. Gözsüz. İnsan yüzleri. Sonra tek, tek eller. Herkesin eli boynunda. Camdan baksam. Belki de herkes boşluğa atıyor kendini. Neden bağırıyor o? Yeryüzünde kimse kalmadığı için mi? Herkes.
Sayfa 10
Bir şey söyle. Bitsin. Her şeyi bitirsin. İşin çok başındayız daha. Bitsin. Tümüyle.
Sayfa 10
Reklam
İki damla yaş aktı gözünden. Biraz daha ağlamak istedi, beceremedi. Hapşırmayı isteyip de hapşıramamak gibi bir şeydi.
Sayfa 104Kitabı okudu
108 syf.
·
Not rated
·
Read in 3 days
Muhtelif Evhamlar Kitabı
Muhtelif Evhamlar KitabıÖmür İklim Demir
8.1/10 · 7.4k reads
Yine öyle oldu. Ter içinde uyandım. Tavandaki koyu rutubet lekesi, az önceki kabustan sızmış sanki. Gözlerini kocaman açmış, bana bakıyor. Ne görüyor benim içimde, merak ediyorum. Yoksa ben de onun için, rutubet dünyasında güneşe bulanmış kuru bir leke miyim?
“Takma lan kafana. Bir geldik bir gidiyoruz, gerisi hikaye. Ha bir de… Bir sigara versene.”
Neyzen’in dediği gibi: Ben böyle dünyanın devr-i devranını, izzet-i nefsini sikeyim.
Reklam
Muhasebeden çıkışımı alırken, kalbim az önce terhis olmuş bir askerinki gibi pır pır etti. Şirketten dışarı adımımı atınca anlamsız bir huzur doldu içime ve iyice kafam karıştı. Oysa piç gibi ortada kalmıştım, yıkılmış bir hayatın ortasında yapayalnızdım. Bir insanın kendini berbat hissetmesi için gereken sekiz kusurlu hareketten çoğunu yapmıştım. Cam kapıdaki mutlu suretime bakarken gerçeği anladım: Bunca zamandır hayattan beklediğim, yaptığım ve yapacağım bütün saçmalıkları haklı gösterecek küçük çapta bir faciaymış. Ne diyeyim, huzur tuhaf şey arkadaş, ancak kaybedecek bir şeyin kalmadığında gelip seni buluyor.
Yani yalnızlık denen nane, öyle şarkılarda anlatıldığı gibi insanın üstüne gece vakti çökmüyor. Tam tersine gece vakti seyreliyor yalnızlık, hazmı kolaylaşıyor. Zor olan, güneşin parladığı öğle vakitleri, öğleden sonraları, pazar sabahları, cıvıl cıvıl piknik yapılan ikindiler…
Herkes o kadar birbirinin aynısı ki, gelenler gidenleri ya da gidenler gelenleri aratmıyor. Galiba bu yüzden, kalabalığın yalnızlıktan bir farkı yok.
Kendime vereceğim bir iyi, bir de kötü haberim var. Kötü haber: Hayatımda hiçbir şey hayal ettiğim kadar iyi olmayacak. İki artı bir evde, yalnız başıma uzun yıllar daha yaşayacağım. İyi haber: Hayatımda hiçbir şey hayal ettiğim kadar kötü de olmayacak. Tek tesellim bu. Ne harikayım, ne berbat. Kibrit kutularının sırtındaki kelimeyim ben: Vasat. Anlatacak çocukluk hikayelerim yok; öyle unutulmaz dostluklar, ayrılıklar falan da yaşamadım. Boktan bir hayat benimkisi. Altın günlerinde Şişman teyzeler yanaklarımı sıkıp, büyüyünce çok can yakacak bu çocuk, demediler. Deseler komik olurdu; bozkırın ortasındaki toplu konutlar kadar sevimliydim çünkü. Ama çok can yaktım, çok insan üzdüm, birkaçını da fena benzettim. Saçlarım sarıdan siyaha, kıvırcıktan düze dönmedi. Başladığım gibi dümdüz gittim. Bahçeli bir evde ya da şenşakrak bir mahallede büyümedim. Annem bana özel ninniler söylemedi. Ve babam, beni bir köşeye çekip de ne demek istediğini çok sonradan anlayacağım manalı laflar etmedi.  Gün batımlarında onu düşünmedim. Askerde hiçbir kapıyı tekmeyle açıp içeri girmedim, albayın koltuğunda viski içmedim, tepemde mermiler vızıldamadı, kimsenin kulaklarını kesip boynuma asmadım. Fayans sildim askerde. Ellerimle çim yoldum, kantine gazoz taşıdım. Anlatılacak bir yanı olmadı.
Dışarıdan sıra sıra tramvaylar geçiyordu, paltolar geçiyordu, insanlar geçiyordu, kuşlar geçiyordu, kediler geçiyordu, vapurlar geçiyordu, yıllar geçiyordu, hayatlar geçiyordu. Hiçbiri geri gelmiyordu. Ve çok yukarlardan, her şeyin üstünden, varlığın ve yoklugun ötesinden, herkese ve hiç kimseye ait belli belirsiz bir düşünce geçti. “Hikayeler hep böyle kötü mi bitmeli mi?” Düşüncenin sahibi sayfayı çevirdi. Sayfa da geri gelmedi.
“Ve ben, bu tuhaf sessizliklerin ortasında, kendimi biraz daha yitirdim. Emel’in, Refik’in, bütün o karanlık gecelerin uzağında yaşayan bir başka İhsan’a dönüştüm. O İhsan’ın içinde dört yıl yaşadım. Gündelik hayatın, kaçışların en meşrusu ve düşünmemenin en karmaşık hali olduğunu böyle anladım.” Melda arkasına yaslandı; fallara inanan bir başka Melda’nın içinden, elindeki fincanın dibine baktı. Orada, birbirine karışan yollar, üst üste yığılmış insanlar, köklerinden kurtulmuş ağaçlar gördü. Bir tek kendisi yoktu. Kendisi dediği varlığın kaç yıldır ortalarda olmadığını düşündü, bir cevap bulmadı. Kim bilir nerede, hangi umudun peşinde kaybolmuştu.
351 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.