Yahudilerle İsrail devletini, Siyonizm'le Musevi dinini ayıramıyorsan, bunca yıl size yanlış şeyler öğretmişler demektir."
Kötülüğün özü, acı duyabilen bir varlığa kasıtla uygulanan şiddettir. Bu ise çoğu kez bilinçaltının ve kültürel kötülüğün dışa vurumudur. Bu yüzdendir ki, "jenotip saldırganlık" teknolojiyle birlikte bütün kainatı kapsayacak bir boyut kazanmıştır. Mesela Musevi-Hristiyan gelenekleri, Allah'ın bütün varlıkları, dilediği gibi kullanmaları için insana teslim ettiğini söyler. Oysa İslam bunu reddeder. İslam'a göre insanın bunlardan ihtiyacı nispetinde istifade hakkı vardır ama asla tasarruf hakkı yoktur. Tahrif edilmiş dinlerin mensuplarının idarecisine bir de seküler dünyanın sömürgeciliğini eklediğimizde, içinde debelendiğimiz kötülük sarmalının gerçek nedeni anlaşılır.
Reklam
Filistin’deki birçok aydın uzun vadede İsrail’in hayatta kalabilmesinin Araplarla birlikte var olmalarından kaynaklanacağını tartışıyordu. “Yahudiler ve Araplar arasında bir anlayış… temelinde iki özerk kültürlü insanların arasında tam bir politik eşitlik” ilkesini savunan Brit Shalom’un veya Barış Anlaşması’nın oluşmasıyla ortaya çıkan iki ulus kavramının kökü 1920’lere dayanıyordu. Bu felsefenin dayanağının bir parçası “Siyonist etkinliğin etik bütünlüğü”nü korumak istemeleri; diğer parçası da pratik olmasıydı. Brit Shalom’un kurucusu Arthur Rupin, “eğer Araplarla asgari müşterek temelde bir çözüm bulunamazsa Siyonizmin felakete doğru sürükleneceğinden hiç şüphem yok” demişti. Birlikte yaşamın manevi babası, uzun zamandan beri iki uluslu devletin temelinde “iki insanın paylaştığı vatan sevgisi” olduğunu savunan Viyanalı büyük dini düşünür Martin Buber’di. Musevi avukatlar iki uluslu devlet için 1940 yılında sol politik parti Mapam’da bir araya geldiler. 1947’de Mapam liderleri, BM Sovyet temsilcisi Andrei Gromyko’yu tek bir devlet çabalarını desteklemesi konusunda ikna etmede başarılı olamadılar. Gromyko onlara bu fikrin güzel olduğunu ama gerçekçi olmadığını söyledi. Sovyetlerin bölünme için oy vermesiyle bir Mapam lideri Viktor Şemtov şöyle düşündü: “bu uzun bir savaşın başlangıcı.”
Herzl 1904’te öldükten sonra Siyonist hareket Filistin’e odaklandı ve Osmanlı Sultanı ile görüşmeleri yoğunlaştırdılar. Haim Weizmann 1914’te Fransız Siyonistlerle yapılan bir toplantıda “bir ülke var insanları yok, diğer taraftan Musevi insanlar var ve ülkeleri yok” dedi. İsrail’in ilk başkanı olacak adam şunu sordu, “o zaman taşı gediğine koymaktan başka ne gerekiyor, bu insanları bu ülkeyle birleştirmek için? Bu ülkenin sahipleri [Osmanlılar] inandırılmalı ve ikna edilmeli ki bu evlilik sadece [Musevi] insanlar ve ülke için değil, ama kendileri için de bir avantajdır.” Ancak 1. Dünya Savaşı, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüne, İngilizlerin Filistin’e girmelerine ve 1917’de Musevilere ulusal vatan sözü veren Belfur Bildirisi’ne neden olacaktı.
1944 yılının sonrasında Filistin’deki Yahudi Dairesi yeni Bulgar hükümeti ile ticari ilişkilerini açmıştı. Resmen bir Musevi Devleti kurulmadan çok önce bir ticari anlaşma imzaladılar. Bulgar Yahudileri için savaş sonrası fonlar Amerikan Musevi Birliği Dağıtım Komitesi’nden de, kısaca MBDK veya sadece Birlik diye bilinen komiteden gelmişti. Daha önce Bulgaristan’da yapmış oldukları çalışmalar sonucunda MBDK yetkilileri elbise, battaniye, ana yiyecek malzemeleri ve tıbbi malzeme göndermiş ve Musevi sanatçılara, yazarlara ve sanatçı kooperatiflere fon yardımında bulunmuştu. Daha önemlisi, MBDK’nın Yahudi Dairesi ve İngiliz barikatlarına karşı çıkıp Filistin’e yasadışı Yahudi naklini örgütleyen Mossad ile çok sıkı bağları vardı. MBDK’nın en büyük hedefi Kutsal Topraklara göçün finansmanına yardımcı olmaktı.
Yahudi ırkından bahsedebilir miyiz?
Joseph Reinach: "Katolik Ferdinand tarafından İspanya'dan sürülen ve İtalya, Fransa, Doğu ve İzmir'e yayılan İspanya sürgünleri arasında, İber yarımadası kökenli Yahudileşmiş çok insan vardı. Rus, Polonyalı ve Galiçyalı Yahudilerin büyük çoğunluğu Hazarların soyundandır. Hazarlar, İmparator Şarlman zamanında topluca Musevi olmuş Rusya'nın güneyindeki Tatar halkıdır. ... Yahudiler, Batı Asya'ya yerleşmiş çok sayıdaki Arap veya Sâmî kabilelerin birinden ibarettirler."
Reklam
Nietzsche
Ahlak karşıtı olarak, “Avrupa uygarlığı” diye adlandırılan oluşumun (daha doğrusu onun özanlayışının ve −asla tamamen ulaşılamasa da durmaksızın izlenen− idealinin) dayandığı Musevi-Hıristiyan ahlak öğretisine şiddetle karşı gelip aşağılayarak toptan reddetmişti. Ahlak fikrinin, iyi ile kötü arasındaki karşıtlığın dayandığı aksiyomları alt üst etmişti.
İsrailliler için Tanrı, insan yapısı değil, kendini yaratmış Yaşayan Hü­kümran Tanrı'ydı. Musevi kendini (kişisel) yaşayan Tanrı'yla bağlantılandırırken, Pagan kendini sahip olduğu Selik, paganların birliğinden farklıydı. Pagan birliğinin te­melleri Tanrı-tarafmdan-yapılmış yeryüzündeki değil, ik­tisadi, siyasal, tarihsel ve toplumsal bağıntılarla kurul­ muştu. Paganlar yeryüzündeki servetleri ve buna denkküler güçle özdeşleştirmekteydi. Pagan, her şeyin üzerin­ de, Roma İmparatorluğu'nun sivil yurttaşıydı. Kült inan­cıyla değil, Devletine ve İmparatorluğa olan bağlılığıyla tanımlanmaktaydı. Pagan, yalnızca İmparator'a tabiydi. Musevi ise adını ve cemaat kimliğini Tanrı'yla bağlaşıklı­ğı içinde edinebilmekteydi. Kimliği -yani atavistik ve do­ğuş alanına göre biçimlendirilmiş tapmakDevlet-ulusalcılığı-İmparator'u Pontifex Maximus olarak hiyerarşinin doruğuna yerleştirmiş olan insan-yapısı Seküler mekaniz­ ma tarafından değil, Tanrı tarafından verilmişti.
Musevi aydınlar, II.Meşrutiyet’i tam desteklediler.
Neyse ki laiklik var, bu yaklaşımı zerre desteklemiyorum.
Milleti yapan unsurlardan biri de din olduğuna göre, Türklerin dini üzerinde de durmaya mecburuz. Hiç şüphe yok ki, Türklerin dini müslümanlıktır. Eski dinimiz olan şamanlıktan da bazı unsurlar alarak bir Türk müslümanlığı haline gelen bu din, on yüzyıldan beri bizim milli dinimiz olmuştur. Bununla beraber Türk olmak, için mutlaka müslüman olmaya lüzum yoktur. Çünkü bu günkü Türkler arasında birkaç yüzbin şaman, birkaçyüzbin hıristiyan ve hatta birkaç bin Musevi Türk (Karayımlar) de vardır. Din ayrılığı yüzünden bunları Türklükten çıkarmaya hakkımız yoktur. Zaten, hıristiyan Türkler olan Gagavuzların Türkiye’de yerleşenleri, çoğunlukla müslüman olmuşlardır. Onlar bunu, Türklüğün vazgeçilmez bir şartı saydıkları için yapmışlardır.
Türkçülüğün Önemli MeseleleriKitabı okudu
Reklam
Ancak bütün müşterilerimiz köşklerde yaşamıyordu. Köşklerin hepsi dokuz-on taneydi. Ötekiler, tek katlı, birkaçı da üç katlı evlerdi. Bunların harem ve selamlık bölümleri yoktu. Ev, bütünüyle haremdi. Evin beyi ile oğullarından başka, yabancı bir erkek giremezdi. Bakkal, gezgin satıcı veya biz, dışarıdan, yani sokaktan yapardık alışverişi.
Ülküler bir yıldıza benzer, belki o yıldızı tutamazsın ama oraya doğru yürürsün. (Musevi Atasözü)
O kadar ki Ermeni, Rum olmak bir küfür olarak görüldü, Musevi olmak aşağılandı, diğer azınlıklar horlandı, Kürtçe eğitim dili olarak yasaklandı, Kürtler çok uzun yıllar "dağlı Türkler" olarak görüldü. Türkiye'de Kürt doğup anadili Kürtçe olmuş birisi olarak tüm bunlar bütün yön­leriyle yaşadım, his ettim. Şunu hatırlatmak zorundayım; dene­menin başında sözünü ettiğim o ilkokulda kendi anadilim olan Kürtçe ile değil, Türkçe ile okuyup yazdım, kendimi ifade ettim. Türkçe benim eğitim ve entellektüel dilim oldu. Çünkü Kürtçe yasaktı. (Hala da eğitim dili olarak yasak.
GIDA İHRACINDA HELAL ANLAMINA GELEN "KOŞER SERTİFİKASI" ZORUNLU OLDU
Türkiye İhracatlar Meclisi (TİM) Başkan Vekili Eli Alharal, Musevi dinine göre ürünlerin helal olduğunu gösteren "Koşer (Kosher) Sertifika"sının ABD'ye yapılan ihracatta bir zorunluluk haline geldiğini bildirdi. Alharal, Musevilerin tüketeceği gıda ürünleri için gereken Koşer Sertifikası'nın önemini arttırdığını belirtirken, sertifikanın gıda ihracatçısı firmalar için de bir "avantaj" olmaktan çıkarak, "zorunluluk" haline geldiğini ifade etti.
Hazarlar aslında Gök Tanrı dinine (Tengri Han) inanıyorlardı. Yani Hazar halkının çoğunluğu atalarının bu dinini devam ettiriyordu. Fakat zamanla Hakan ailesi Museviliği kabul etti. Beyler ve saray erkanı da Musevi idi. Tüccar zümrenin arasında ise Müslümanlık yaygındı. Bir de Ortodoksluk Karadeniz'in kuzeyinde epeyce yayılmıştı. İslam tarihçilerinin kayıtları­na göre, camii, kilise ve sinagoglar yan yana bulunuyordu.
1,500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.