Sakın ha! Kötü fallar umurumda değil benim. Serçenin ölmesinde bile bir bildiği vardır kaderin. Şimdi olacak bir şey yarına kalmaz, yarına kalacaksa, bugün olmaz. Bütün mesele hazır olmakta. Madem hiçbir insan bırakıp gideceği şeyin gerçekten sahibi olmamış, erken bırakmış ne çıkar. Ne olacaksa olsun!
İnanıyorum söylediğini candan söylediğine,
Ama bugünkü karar yarın bozulur çok kez.
Hafızanın kulu olmaz kararımız,
Çabuk doğduğu için büyümeden ölür,
Nasıl ki ham meyve dalında durur da,
Oldu mu kendiliğinden düşüverir yere.
Kendi kendimize verdiğimiz sözü tutmak,
En çabuk unuttuğumuz şeydir, ne yapsak.
Tutku bitti mi, istem de biter gider,
Madam Rosa yaşamının bütün dillerini birbirine karıştırıyor, en eski dili olan ve şimdi yeniden anımsadığı lehçeyi konuşuyordu benimle, çünkü yaşlıların en çok aklında kalan şey gençlikleridir.
En büyük mutsuzluk, burada iğrenç insanların yanında hissedilen can sıkıntısı, aralarındaki yükselme rekabeti, bir adım öne çıksınlar diye birbirlerini gözetleyip dikkat kesilmeleri; gizlemeye hiç gerek duyulmayan çok acınacak, çok alçakça tutkular.
Ama aynı zamanda ruhsuz bir tipim ben. Asla tutku beslemeyi beceremedim. Pişmanlıklarımla kuruntularım arasında bocalar dururum; tek derdim, ellerimi kirletmemektir. Nankör bir yaradılış derim ben buna, kabızın tekiyim.
Geçmiş hep güzel ve yumuşaktır ve bunu hep iş işten geçtikten sonra fark eder, müthiş yanarız. Belli bir görüş açısı gereklidir bize, bakan ya da küçük bir memur, milyarder ya da serseri oluşumuzun hiç önemi yoktur. Evet, evet, güneşli dünya içimizdedir, bilebilsek, diyeceğim, vaktinde bilebilsek, her an sürekli olarak içimizden neşe fışkırırdı. Ne güzeldir çirkinlik, ne sevindiricidir hüzün, sıkıntı nasıl da bilgisizlikten gelir! En dondurucu soğuk bile karşı koyamaz yürek sıcaklığına. Bütün iş, bu ateşin yanması için hangi düğmeye basacağını bilmektedir. Sözün kısası, geçmişteki her şeyi ararız, bu da, hepsinin güzel olduğunu gösterir.
On yedinci yüzyılda, bilimsel fiziğin kurucusu Galilei, kendisini kafir olarak idama mahkum eden Engizisyon Mahkemesi önüne çıkarıldı. Gelilei, inançlı ve kararlı olarak, “Eppur si muove!” ‘O dünya, her şeye rağmen dönüyor!’ dedi.
Bayan Morrisonlar zamanla fırının bitişiğindeki küçük eve gitmemek için sorgulanmayacak sebepler buldular. Vefasız olduklarından değil de, mutlu olmayı hüzünlü olmaya tercih ettikleri için. İnsanın yapmak istemediği şeyi yapmamak için mantıklı ve erdemli sebepler bulması zor değildir.
Lekesiz değillerdi, ama lekesizlik potansiyelini taşıyorlardı, tıpkı kirli bir beyaz gömlek gibi. Ve herkes kendi içinde onu iyi kötü geliştirebiliyordu.
İnsanlar sanki sebepsiz ve mantıksızca birbirlerine düşman oluyor, birbirlerinden ayrılıyorlardı. Kazanç ve kayıp kanunu, insanların davranışlarını daima idare eden o harikulade kanun artık geçersiz kalmışa benziyordu. Çünkü bir sürü insan, anlamsız ve mantıksız bir sürü şey söylüyor ve yapıyordu. Bunlardan felâket ve zarardan başka ne gelebilirdi? Hayat kırıklanıyor, dağılıp ve dökülüyordu. Bugünkü kuşaklar daha çok hayatla değil de, hayat üzerine görüşleriyle meşguldü. Bu anlaşılmaz saçma bir şeydi ama böyle idi. Onun için de hayat değerini kaybediyor… kelimlerle harcanıp gidiyordu. Lotika bunu açıkça görüyor ve her an duyuyordu.
Oysa hayatta, kesin olan bir şey yoktur. Hiçbir şey kolayca çözülmediği gibi, onu tamamiyle çözmek umudu da yoktur. Tam tersine, her şey güç ve karmaşıktır.