İçlerinde bir zamanlar Atatürk'e kasideler döşenmiş olanları vardı. Bunlar Atatürk dönemini baştan başa kötülemekten çekinmiyorlardı. Özel hayatında Müslümanlıkla ilişiği uzaktan yakından sezilmeyen kumarbaz, eroinci, içki ve kadın düşkünü birtakım adamlar din dergileri yayınlıyor ve ordinaryüs profesörler, edebiyatçılar imzalariyle bu dergilere din hakkında bilimsel(!) yazılar yazıyorlardı. Laik bir devletin radyosunda sabah akşam mevlit okutulmasını tenkit mi ettiniz? Elbirliği ile size karşı hücuma geçiyorlar, "milletin yüzde doksanı böyle istiyor, sen sus!" diyorlardı.
İçlerinde bir zamanlar Atatürk'e kasideler döşenmiş olanları vardı. Bunlar Atatürk dönemini baştan başa kötülemekten çekinmiyorlardı. Özel hayatında Müslümanlıkla ilişiği uzaktan yakından sezilmeyen kumarbaz, eroinci, içki ve kadın düşkünü birtakım adamlar din dergileri yayınlıyor ve ordinaryüs profesörler, edebiyatçılar imzalariyle bu dergilere din hakkında bilimsel(!) yazılar yazıyorlardı. Laik bir devletin radyosunda sabah akşam mevlit okutulmasını tenkit mi ettiniz? Elbirliği ile size karşı hücuma geçiyorlar, "milletin yüzde doksanı böyle istiyor, sen sus!" diyorlardı.
Çağdaş uygarlığa sırt çevirmek Atatürkçülükse, biz Atatürkçü değiliz. Hayatta en hakiki mürşit ilim değilse biz Atatürkçü değiliz. Vicdan ve fikir özgürlüğü doğruyu aramak, doğruya inanmak, inandığımızı savunmak hakkını bize vermiyorsa biz Atatürkçü değiliz. Ulusal bağımsızlık başkalarının uydusu halinde yaşamak anlamına geliyor ve halkçılık ilkesi halkın bir mutlu azınlık elinde cennet vaadleri ile ömrü-billah sömürülmesi sayılıyorsa biz Atatürkçü değiliz!
İhtilali takip eden günlerde Alpaslan Türkeş ile İstanbul'daydık,
ve vali Refik Tulga'nın odasında oturuyorduk. O günlerde Muzaffer Özdağ'ın basında bir beyanı yer almıştı. Bab-ı Ali' den de geçeceğiz. Bu beyanın çok büyük bir yankısı olmuştu. Biz vali Refik Tulga Alpaslan Türkeş ve ben konuşuyorduk. İçeriye Nadir Nadi ile Falih Rıfkı Atay girdiler. Muzaffer Özdağ'ın beyanına temasla; "Efendim bütün Bab-ı Ali huzursuzdur. Bu beyan, basın ailesini çok üzmüştür" dediler. Türkeş bey kendilerine cevap verdi. "Bunları genç subayların heyecanına verin, merak etmeyin öyle bir şey olmaz." Alpaslan Türkeş'ten böyle bir teminat alıca sevindiler teşekkür edip gittiler.
İhtilali takip eden günlerde Alpaslan Türkeş ile İstanbul'daydık, ve vali Refik Tulgan'ın odasında oturuyorduk. O günlerde Muzaffer Özdağ'ın basında bir beyanı yer almışh. Bab-ı Ali' den de geçeceğiz. Bu beyanın çok büyük bir yankısı olmuştu. Biz vali Refik Tulga Alpaslan Türkeş ve ben konuşuyorduk. İçeriye Nadir Nadi ile Falih Rıfkı Atay girdiler. Muzaffer Özdağ'ın beyanına temasla; "Efendim bütün Bab-ı Ali huzursuzdur. Bu beyan, basın ailesini çok üzmüştür" dediler. Türkeş bey kendilerine cevap verdi. "Bunları genç subayların heyecanına verin, merak etmeyin öyle bir şey olmaz." Alpaslan Türkeş'ten böyle bir teminat alıca sevindiler teşekkür edip gittiler.
İnönü’nün Milli Şef olarak nitelendirildiği 1940’lı yılların en önemli gazetecilerinden olan, Cumhuriyet gazetesinin kurucusu Yunus Nadi’nin oğlu Nadir Nadi’nin yazdıklarına göre; paralarda İnönü’nün resminden hoşnut olmayan vatandaşlar, onun kulaklarına sigara basarak yakmışlar, piyasada böyle yanık çok kâğıt paraya rastlanmıştı. (…) Nadir Nadi, paralardan Atatürk’ün resimlerinin kaldırılıp İnönü’nün resimlerinin konulması hususunda şu ifadeleri kullanmıştır:
‘’Paralardan, pullardan Atatürk resimlerinin kaldırılıp yerlerine İnönü’nünkilerin konması, türlü dedikodulara sebep olmuştu. Ekonomik sıkıntılar güç katlanılır bir hal aldıkça kulaktan kulağa yayılan dedikodular ve tenkitler birbirine karışarak çığ gibi büyüyordu. Telefon emriyle gazete kapatmak, kapanan gazeteleri aylarca açtırmamak umur-u âdiyeden sayılır olmuştu. İçini serbestçe dökemeyen vatandaş hükümete karşı küskünlüğünü nasıl göstereceğini bilemiyordu. İki buçuk liralık, beş liralık kâğıt paralara, üzerindeki İnönü resimleri kulağından sigara yanığı ile delinmiş olarak, piyasada bol bol rastlanıyordu. Şefe hoş görünmek gayreti, bir kısım yöneticileri hiç de psikolojik olmayan yanlış kararlara sürüklüyordu.’’