Padme

Bir zehri, insan bir kerede yutmalı, ya ölür ya kurtulur.
Reklam
Mektepte bize bir şiir ezberletmişlerdi. İnsan, yaşadığı yerlerde beraber bulunduğu insanlara görünmez ince tellerle bağlanırmış; ayrılık vaktinde bu bağlar gerilmeye, kopan keman telleri gibi acı sesler çıkarmaya başlar, hep birinin gönlümüzden kopup ayrılması, bir ayrı sızı uyandırırmış. Bunu yazan şair ne kadar haklıymış!
Yaşadığımız hayat nasıl bir hayattır? Açıkça söylemekten korkmayalım: Şu kısa ömrümüz yoksulluk içinde, sabahtan akşama kadar didinmekle geçip gidiyor.

Reader Follow Recommendations

See All
Ölüm uçurumunun kenarında yalnız başına, yanında bir anlayıp acıyanı olmadan böyle yaşamaktı kaderi…
Sabah mıydı, akşam mıydı; cuma mıydı, pazar mıydı? Hepsi birdi bunların. Her günü bir an olsun dinmeyen, ıstırap veren ağrılarla, umutsuzca süren gene de henüz sönmemiş yaşama duygusuyla; yaklaşan biricik gerçekle, hep o uğursuz, korkunç ölüm ve hep aynı yalanla doluydu. Bu durumda hangi saatin, günün, haftanın sözü olurdu…
Reklam
Eğer insanlar olumsuz duyguların evrensel olduğunu, reddedilme kaygılarının herkes tarafından yaşanmakta olduğunu ve bunun yalnızca yoğunluk derecesinin önemli olduğunu bilebilselerdi, bu tür duyguların üzerini fazlaca kapatmaz ve gereksiz bir suçluluğu da yaşamazlardı. Ne var ki, çoğu insan böyle duyguları yalnızca kendisinin yaşadığı sanısındadır.
Ana-babalar bizleri ayrı birer varlık olarak görmemiş olabilir, ama biz de onları kendimizinkinden ayrı dünyaları olan varlıklar olarak göremediğimiz sürece gerçek anlamda yetişkinliğe ulaşmış sayılamayız.
İnsan yetişkin yaşamında ana-babasının kusurlarının izlerini taşısa bile bundan ötürü onları suçlamak kendisini de suçlu hissetmesine neden olur. Bu, yetişkin bir varlık olarak insanın kendi varoluş sorumluluğunu üstlenememiş olmasının suçluluğudur. Ana-babalarımızdan alacaklı olduğumuz bir gerçek olsa da, geçmiş yeniden yaşanamaz.
İyi anne ya da baba, kendisini yaşayabilen kişidir. Yaşamın içinde olan ve kendini yaşayabilen kişi, diğer insanların da yaşamına saygılıdır. Anne ya da baba olduğunda çocuğunu kendine özgü bir dünyası olan bir varlık olarak algılar ve haklarına saygı gösterir.
Izdırabın verdiği intibah zamanlarında, kendi kendini aldatmak, başkalarını kandırmak kadar basit değildir ve insan kendi içindeki adaletten ürkmeye başlar.
Reklam
Türkiye'de kadının evlilik öncesi bekâret konumunu elinde bulundurması, sadece "bacaklarının arasındaki" zarı korumasına değil, toplum içerisindeki davranışlarına da bağlıdır. Özellikle erkeklerle ilişkilerinde son derece dikkatli davranmak zorunda olan kadınlar, uygunsuz görülen ve cinsel içerikli yorumlanan bir davranış sergilediklerinde ya da böyle bir dedikodunun malzemesi olup "milletin diline düştüklerinde", ailelerinin namusunu lekeledikleri gerekçesiyle babaları, ağabeyleri, nişanlıları, kocaları, oğulları vesaire tarafından cezalandırılabilir, hatta öldürülebilir. Bekâretle namus kavramlarının en kanlı birleşimi de, erkek egemen kültürün kan ve ölü seviciliğini yansıtan bu tür örneklerde kendini gösterir.
Bir adamın namusu, ailesinin kadın üyelerinin himenleri sağlam olduğu sürece güvendedir. Namus, adamın kendi davranışlarından çok ailedeki kadınların davranışları ile ilişkilidir.
Hayatın ne olduğunu keşfetmeye başladığınız yaşlarda artık sizi hayata en çok bağlayan noktalardan birisi kendi ürettiklerinizin sonucunu görmektir. En büyük burukluğu ise üretmediğinizi hissettiğiniz an yaşarsınız.
Sayfa 150Kitabı okudu
Her şeyin fiyatını bilen fakat hiçbir şeyin değerini bilmeyen insanlar olmaya başladık.
Sayfa 120Kitabı okudu
Konfiçyüs der ki: "Konuşmaya değer olmayanlarla konuşursan kelimeleri kaybedersin, konuşmaya değer olanlarla konuşmazsan dostlarını kaybedersin."
John Lennon (bir İngiliz saz ustası) "Hayat biz başka şeyler planlamakla meşgulken olagelen şeylerdir" diyor.
Reklam