Fark ettiniz mi eskisi gibi değil hiçbir şey. Yaşımız kaç olursa olsun, kaç eski yaşamış olursak olalım, ne yaşamış olsak da eskisi gibi değil. Dünyalarımız sanki eksik, yarım… Biz mi kaybettik dünyamızdan yoksa dünyamız mı kaybetti kendini ya da biz mi kaybolduk dünyamızda? Her ne olduysa eskiyi özletir oldu.
Düne hasret, bugünden şikâyetçi, yarından umutsuzuz artık.
Dünyamız renklerini kaybetmiş gibi, hayatımız yarım kalmış yaşanmadan bitmiş gibi. Bayram neşesi, akraba sevgisi, aile ortamı, dostluk, hayat bir farklı artık.
Eskiden bir merakla beklenen bayramlar şimdi fark edilmiyor, büyük bir heyecanla yapılan akraba ziyaretlerinden artık köşe bucak kaçılıyor, kalabalıkta huzur bulan bedenler artık üç beş sese tahammül edemiyor, huzur veren bizi biz yapan aileler artık bize yabancılaşıyor, bayram giysileri alınmıyor artık, el öpmeye gidilmiyor, mezarlıklar ziyaret edilmiyor. Gidenlere üzülmek yerine onlar adına sevinir olduk artık, kurtuldu diyoruz. İçimizde hep bir kaçma, kurtulma çabası barındırıyoruz. Hayat boğuyor sanki bizi.
Bu aralar boğazımda bir el var gibi hissediyorum sürekli, nefesimi kontrol eden, yaşamımı denetleyen, her an bitirebilecek olan bir yumru sanki. Size de oluyor mu?
İçimizde dinmek bilmeyen bir özlem var. Ama bu sefer bir yere, bir insana, bir mekâna ait değil eskiye olan bir özlem…
İçimiz parça parça, ruhumuz acılar içinde, neşemiz kaçık, huzurumuz kayıp, umudumuz sizlere ömür.
Nefes almasına alıyoruz ama aldığımız her nefes yakar boğazımızı.
Çaresi var mıdır özlemenin kavuşmaktan başka? Peki, nasıl kavuşur insan eski yaşamına, umuduna, neşesine, hayatına…