Keşke söyleyebilsek birbirimize dürüstçe: "Seni seviyorum ama şuan değil. Seni görmek istiyorum ama bugün değil." Keşke kırılmasak bunları duyduğumuzda, rahat olsak, anlasak. Nasıl da tahammülsüz davranıyoruz, aşk söz konusu oldu mu şüphenin kırıntısına dahi. Totaliter aşklarımız. Yayılmacı, işgalci, tahakkümperver. Sevdiğimizin benliğinin haritasında ele geçiremediğimiz tek bir köy ya da kasaba bile kalmamalı. Emin olmak istiyoruz, yüzde yüz, yüzde beş yüz. "Seviyor musun beni?" diye soruyoruz durup durup. Yetmiyor gelen cevap, kesmiyor. "Hep sevecek misin beni?" diyoruz bu sefer. Şimdiki zamanı kontrol etmek, ettiğimizi sanmak yetmiyor; geleceği de ipotek altına almak istiyoruz. Gelecek beş, on, kırk, elli yılı. "Ölene kadar seveceğim" yemini ne kadar temelsiz aslında, boş bir dayatma. Şu anı bilebiliriz sadece, koca bir ömre dair edilen her taahhüt, özünde zorlama. Tereddüt inancın da, özgüvenin de, aşkın da olmazsa olmazı. Şüpheye ve çelişkiye yer vermeyen aşklar, yalan aşklar!
İnsan gövdesi üstüne çok şey yazıldı, yine de kökeni ve işleyişi üstüne her şeyi bilmiyoruz. Kimileri insan gövdesini bir anakara ya da bir ada gibi tanımlamak arasında kararsız kalırlar; bunun nedeni, hem bir anakaranın karmaşıklıklarına sahip olması, hem de adalar gibi yalnız olmasıdır. İnsan gövdesi öylesine eskidir ki, onu hor kullanılmış, buzul çağlarına, depremlere, iç patlamalara -ki bunlar ondan, düzeneksel işlevler yanında, coşkusuzca yinelenen her şeyi almak için yararlandılar-, karşın yaşamayı sürdürmeyi başarmış bir anakaraya benzetilebilir. Kendi gövdeme baktım; yatağın üstünde soyundum ve ne gördüğüme baktım: Engebeli bir yüzey, karna doğru gittikçe bozuluyor. Orada aşağıda, bacaklarımın arasında, otluk bir alan var, onun altında da bir delik; orada kimi zaman zevke, kimi zaman acıya, ama her zaman umutsuzluğa açılan bir mağara gizleniyor. Yukarılarda, yakından bakılınca, ana karaların çölümsü bölgelerinden biri seçiliyor, biz buraya göğüs diyoruz. Benimkinin içinde gizli bir yumru yaşıyor; memelerimden birini içeriden emiyor. Bundan henüz kimseye sözetmedim. Şimdi bu gövdeyi kazar, içeri doğru bir yol açarsak, yine çok eski, aşırı biçimde özelleşmiş organlar keşfederiz. İçlerinden birinin ölmesi, ötekilerin tümünün yıkımına yol açar. Bu anakara kimin? Kim yaşıyor onda? Acı, düşler, korku. Ayrıca, onu karmaşık ve yalnız yaşayan biri yapan iç organlar.
Sayfa 85 - CanKitabı okudu
Reklam
Batı 'da görülen üç din de -Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâmiyet- Sami kültüründen kaynaklanır. islam dininin kutsal metni olan Kur'an ile Eski Ahit birbirine yakın Sami dillerinde yazılmıştır. Nitekim Eski Ahit'te "Tanrı" anlamına gelen sözcüklerden birinin dilsel kökü ile islamiyetteki Allah sözcüğünün kökü aynıdır.
Sayfa 173 - Pan Yayıncılık, 24. Basım, Kasım 2009Kitabı okuyor
Üzüntü ve sıkıntılarla ortaya çıkanlara biz "psikosomatik hastalıklar" diyoruz. Bu tür hastalıklar bedeni gerçekten tahrip ediyor ve genelde asıl kaynağına inilmeden hastanın acısını hafifletme amacına yönelik olarak tedavi ediliyor. Hastalığı oluşturan ve çok derinlere gizlenen olumsuz duygular araştırılmıyor. Keşke amacı değiştirip diğer hastalıklarda olduğu gibi bu hastalığa neden olan asıl sorunu yani duyguları araştırabilsek. Hangi yaşanmışlıkların, hangi onulmaz yaraların, hangi ağır travmaların sonucu ortaya çıktığını anlasak ve böylece bu hastalığın bize ne anlatmaya çalıştığını çözebilsek.
Türk, Yeryüzü Üzerinde Zulüm Bükücü Tek Güçtür. Türk insanlığın yeryüzünde ki adıdır. Başka bir mucize aramayın. Son ibret mahşer tufanı ve canlı ölü masajı ile din adına uydurulan ve ulusumuzu din adı altında aldatanların, maddi güç ile bizi tehdit etmek için dini ve cehaleti örgütleyerek yok etmek isteyenlerin zulümlerinin sonu gelmesi için yaşandı. Türk, yeryüzü üzerinde zulüm bükücü tek güçtür. İbret bu gücün sonsuz olduğunu hatırlatmak için yaşandı. Türk insanlık fikrinin yerine ne koyabilirsiniz? Biz Türkler töre adaleti diyoruz. Oğuz Kağan atamdan bu yana. Kim koyabilir? Kimin gücü buna yeter? Zorbalığın gücü kendini bitirmeye yeter. Bakın ortadoğu bataklığına orada kimin bitiyor olduğunu görürsünüz. Önder Karaçay
Atatürk'ün Askeri Türk Fırtınası diyor ki;
AKILLARA DURGUNLUK VEREREK KAZANIYORUZ Zulüm abidesi zalimler demek istiyorlar ki; Biz suçlu olsak bile madde gücü ile sizden daha güçlüyüz. Gücünüzü bize kaptırmasaydınız. Bu konuda haklısınız. İşte biz Türkler bu dersten sonra kimseye güvenmeyeceğiz. Oğuz Kağan'ın töre adaletini yeryüzüne yeniden bunun için getirdik. Biz Türklerde diyoruz ki bizden çaldığınız için suçlusunuz bu güç bize ait biz güç bunu bize karşı kullanamazsınız. Bugüne kadar bu yolla böyle bir tehdit oldunuz. İlmi sırrın yaşattığı ibret ile bedelini ödüyorsunuz. Bunu kabullenmekte zorlanıyorsunuz. Biz haklı olduğumuz için sizden daha güçlüyüz. Her zulmün sonunda biz Türkler bu sebeple kazanıyoruz. Biz Türklerin bir eksiği son noktaya kadar beklemektir. Belki de işin sırrı oradadır. Karşınızda ki düşmanlığın kendini savunamaz hale gelmesi için bütün suçları maddi güçlerine güvenerek işlemesine bilinçli göz yumuyor olabiliriz. Her sırrı da açık etmeyiz. Gözümüzü içimizden bir uyanık sahneye çıkıp açtığı zaman da kazanıyoruz. Elli yıldır beşyüz yaşında olan emperyalizmin uşağı kapitalizmi dünyadan tamamen ortadan kaldırmak adına tarihi bir hazırlıktan geliyoruz. Biz Türkler haklı olduğumuz için madde gücüne sığınan zalimlerden daha güçlüyüz. Haklı olan eninde sonunda kazanır. Zalim payına düşen zulmünü yaşattığını yaşamak için payına düşenden alır, haklı hakkını haklı olduğu için haksızdan geri alır. Töre adaleti böyledir. Zulüm ne zaman insanlığı tehdit ederek bitirmeye kalkarsa töre yeryüzünde Türk insanlığı ile sahne alır. Önder Karaçay
Reklam
Yaşanmış binlerce şeyden geriye hatırlanmaya değer çok az şey kalacak olmasına ne demeli. Hepsi de iyi şeyler değil üstelik. Sesin kamburlaşmasına yol açan bu anı tortuların silmek süpürmek elimizden gelmiyor. Bunu yapabilenlere deli ya da dâhi diyoruz. Ne deliyim ne dahi ünlem kendimi tanımlamam gerekirse, merakı nazar boncuğu gibi yakasında taşıyan bir öğrenciyim, diyebilirim.
Ne ağaçların ne insanların yaşı belli. Hepsi binlerce yıl önce, kim bilir kaç yıl önce, doğdular ve ayaktalar, onları bir başına bırakan göğün altında açıklanamaz bir biçimde ayaktalar.
Derimiz ne renk olursa olsun, hangi dili konuşursak konuşalım hepimiz aynı katmerli toprağın farklı çamurlarından değil miyiz?
Vücudumuza çok iyi bakmıyoruz. Ne bulsak tıkıyoruz ağzımıza hiç paketli gıda yemedim hep ev yemeği yiyorum diyoruz ama ev yemeği de ne kadar ev yemeği artık?
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.