Peki tam olarak kim bu Dikkat Tacirleri? Endüstri anlamında göreceli olarak yeniler. Kökenlerinin ilk olarak 19. yüzyılda New York’ta tamamen reklam gelirine bağımlı gazetelerin ortaya çıkışına denk geldiği söylenebilir. Sonrasında Paris’te ortaya çıkan göz alıcı yeni bir tür ticari sanat ile ilk kez sokaktaki insanın dikkatini çekmeyi başarır.
Sayfa 13 - 14 - PdfKitabı okuyor
"Hayatınıza bazen bir insan girer ve o insanın ne olursa olsun hiçbir zaman bitmeyeceğini bilirsiniz. Bu geçecek bir şey değildir. Derideki bir yara gibidir. İyileştiğini sanabilirsiniz. Hiç iz kalmayabilir ama bazı zamanlar, durup dururken ve her şey yolundayken oranızın ağrıdığını hissedersiniz. Havalar çok soğuduğunda belki. Hatırlarsınız sonra. Nasıl hissettirdiğini. O kadar büyük ve yoğun bir şey hissettiğinizde bu bir gün sona ermez. Başkalarını sevseniz bile, başkaları ile çok mutlu olsanız bile ya da onunla olmak istemeseniz bile. Sadece geçmez işte, Bir kere bulaşmıştır. Bir yanınız onunla olan kötü anların çok farklı olabileceğini fark eder. Başka birisi gelir ve onunla kötü olan her şeyin iyi versiyonunu gösterir. Evet, dersiniz, yanlış olan oydu çünkü öyle olmasına, kötü olmasına gerek yoktu, başka bir seçenek vardı. Bambaşka bir yanınız da mutlu olduğunuz anlarda sadece bir saniye için düşünür, onunla bu anı yaşayabilir miydik, ya şimdi burada o olsaydı, bu anı onunla paylaşsaydım diye... O kadar hızlı olur ki artık bunu ezberden yaptığınızı anlardınız. Çünkü o kadar büyük bir yara iyileşmez. Sadece, bazen nerede olduğunu unutursunuz."
Reklam
Şükrün zıddı yalanlama ve inkârdır. Nimetlerdeki ilahi kasti reddetmektir. Biz bir nimete şükretmediğimizde bir kere o nimetin varlığını yalanlamış oluruz. İkincisi, o nimeti Allah'ın bize verdiğini de yalanlamış oluruz. "Bunun neresi nimet?" demiş oluruz. Halbuki o bir nimet, o Allah'ın bit lütfu. Cenâb-ı Hak onu verirken nimet kastıyla vermiştir. Biz bunu şükürsüzlükle karşıladığımızda Cenâb-ı Hakk'ı da tekzip etmiş oluruz. İnkâr; görmezden gelmedir, yok saymadır. Bir insanın bize olan bir iyiliğini görmezden gelmek, onu hiç yapmamış gibi düşünmek, bir teşekkür bile etmemek onu rahatsız eder. Teşekkür, insanın en büyük vazifelerinden birisidir. Şükür, nimetin varlığını görmek demektir. Nimetin varlığını kabullenmek esasında şükrün başlangıç seviyesidir. Bu davranış, insanı vebalden kurtarır ama ileri seviyeleri de vardır bu işin. O nimetin derinliğini, güzelliğini, niteliğini ölçerek görmek başkadır. İşte buna "hakiki şükür" denir. Nimetlerin varlığına şükretmek bir seviyedir ama "Hangi nitelikte bir nimet, ne kadar büyük bir nimet, o nimet olmasaydı ne olurdu, eli- mizden gitseydi ne duruma düşerdik, böyle tam zamanında gelmeseydi ne kadar zor durumda kalırdık?" Nimetin gerçek derinliklerine inmek işte bu tür bir tefekkürle mümkündür. Yemek yerken yemeğin tamamına bir şükür, boynumuzun borcudur ama öyle insanlar vardır ki her lokmayı tefekkür ederler. Her lokma için besmele çekenler de vardır. Her lokmada gerçekleşen bir minnettarlık nerede, yemekten "Elhamdülillah!" diyerek kalkıp gitmek nerede? Bu ikisi arasında büyük fark vardır. Şükrün mertebeleri sonsuzdur.
Akşam, Marie beni görmeye geldi, kendisiyle evlen­mek isteyip istemediğimi sordu. Benim için fark etmedi­ğini, eğer o istiyorsa evlenebileceğimizi söyledim. O za­man da, onu sevip sevmediğimi sordu. Ben de yine daha önceki gibi cevapladım, bunun bir anlamı olmadığını ama elbette onu sevmediğimi söyledim. “Öyleyse neden evleneceksin benimle?” dedi. Ben de ona bunun bir öne­mi olmadığını, ama o arzu ediyorsa evlenebileceğimizi anlattım. Zaten bunu isteyen oydu, bana düşen de evet, demekti. O da evliliğin ciddi bir iş olduğunu belirtti. Ben, “Yoo,” diye cevap verdim. Bir an sustu, ses çıkarma­dan yüzüme baktı. Sonra konuştu. Bilmek istediği tek bir şey vardı; aynı şekilde başka bir kadma bağlı olsam ve aynı teklif ondan gelse kabul eder miymişim. Ben de, “Tabii!” dedim. O zaman, kendisinin beni sevip sevmedi­ğini sorguladı, ben bu konuda bir şey bilemezdim. Yine bir süre sustuktan sonra, tuhaf biri olduğumu, beni kuş­kusuz bu yüzden sevdiğini ama belki günün birinde yine aynı sebepten nefret edebileceğini mırıldandı. Verecek cevabım olmadığı için susuyordum ki, o gülümseyerek kolumu tuttu ve benimle evlenmek istediğini ilan etti. Ne zaman isterse evlenebiliriz, cevabını verdim.
Sayfa 43
Ta’lîmiyyeci yine dese ki: Halk arasında ihtilafı kaldıracağını iddia ediyorsun. Birbirine uymayan mezhepler ve zıt görüşler arasında şaşırmış bir kimse, niçin senin sözünü dinleyip de, hasmının iddiasını kabul etmesin? Sana muhalefet eden pek çok hasmın vardır. Seninle onlar arasında ne fark var? İşte bu da onların ikinci sualidir. Buna cevab
Varsayalım ki ölmüşsün. Varsayalım ki yaşıyorsun. Ne fark eder? Ne fark eder ki, yaşam ile ölüm arasındaki tüm perdelerin kalktığı bir yerde?
Reklam
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.