Ayetleri bir başka dile nakletmeye tercüme denir. Tercüme lafzî/harfi veya tefsîrî/manevi tercüme olarak ikiye ayrılır. Kur'an-ı kerîmi lafzî olarak başka bir lisana tercüme etmek mümkün değildir. Arapça'nın kelime zenginliği, bir varlığın çok sayıda isminin olması, kelimelerin çeşitli hallere göre farklı månålar alması, cümle dizilişlerine göre mânânın değişmesi, Kur'an-ı kerîmde bol mikdarda mecaz ve edebî sanatlara yer verilmiş olması gibi hususlar buna mânidir. Nitekim tarih içinde Kur'an-ı kerîmin İngilizce, Türkçe ve başka lisanlara yapılan tercümelerinde bol mikdarda hatalı ifadelere rastlanması bundandır. Kur'an-ı kerîmde, bu kitabın bir nazîrini, bir benzerini getirmenin mümkün olmadığına dair âyetler, lafzi tercümenin câiz olmadığına delalet eder. Bu sebeple İngilizce Kur'an, Türkçe Kur'an gibi ibâreler kullanmak, İslâmî prensiplere aykırıdır. Mânevî tercümede, lafzların, kullanıldığı yerdeki mânâları, mecaz ve sanatların hakikati ön planda tutulur. Månevî tercüme câiz olmakla beraber, bu artık kelâmullah veya Kur'an-ı kerîmin kendisi değil, bir çeşit meâlidir. Tercüme ve tefsîr edenin, mevcud bilgisiyle, Kur'an-ı kerîmin metninden ne anladığını gösterir ve tamamen subjektif karakter taşır. İbn Hacer el-Mekkî (974/1566), Kur'an-ı kerîm âyetlerinin Arapça'ya bile hakkıyla tercüme edilemeyeceğini; hatta başka alfabelerle yazılamayacağını söyler. Çünki harfler biri birini karşılayamamaktadır. Meselâ, Kur'an-ı kerimde fäiz için kullanılan kelime ribû (r-b-v) olarak yazılmakta, ancak riba şeklinde okunmaktadır.