Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
1876 Anayasası'nın 19. maddesine göre, devlet memuriyetine girişte dini bağlanma değil, liyakat esas alınacaktı: "Devlet memuriyetinde umum teba ehliyet ve kabiliyetlerine göre münasip olan memuriyetlere kabul olunurlar."
Son tahlilde, Mustafa Kemal Paşa'nın aşağıdaki sözleri Türk ulusal kimliğinin cumhuriyetçi tanımının siyasi-hukuki veçhelerinin özlü ifadesidir: "Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz; Cumhuriyetimizin mesnedi Türk camiasıdır. Bu camianın efradı ne kadar Türk harsiyle meşbu olursa o camiaya istinat eden cumhuriyet de kuvvetli olur."
Sayfa 154Kitabı okudu
Reklam
Osmanlı döneminde "Türk" kelimesi yalnızca bir boy adı ve tahkir ifadesi olarak kullanıl­mıştır. Türk kelimesi göçerler veya Yörüklere göndermede bulunmakta ve "kaba ve cahil" imasını taşımaktaydı.
1923 Türkiye'sinde umumi manzara
İlk bakışta, Cumhuriyetin hemen başında Türkiye'nin genel görünümü, bir "topyekün hiçlik" vaziyetinin özelliklerini sergilemekteydi. Bütün ticari ve endüstriyel teşebbüsler, lngiliz, Fransız ve Alman şirketlerine aitti. Sanayi neredeyse yoktu. Tarım bütünüyle geleneksel yöntemlerle yapılmaktaydı. Tarımda makineleşmenin esamesi okunmuyordu. Lozan Antlaşması'nın gümrük vergilerini 1929'a kadar liberalize eden hükmü yüzünden "yerli mallar" gümrük duvarıyla korunamıyordu. Bütçe açıkları alışılmış bir şeydi. Yüzde 70'ler civarındaki yüksek faiz oranları ile alınan dış borçlar, bütçe açıklarını kapatmak için kullanılıyordu. Düyun-u Umumiye muayyen gelir kaynaklarına rezerv koymuştu. Sosyoekonomik açıdan aşiret bağları önemini korumaktaydı. İşçi sınıfı yok denecek kadar zayıf olduğu gibi, ciddi bir burjuva sınıfı da mevcut değildi.
Sayfa 112Kitabı okudu
Bu dönemde, iletişim ve ulaşımda yaşanan zorluklar, silah ve paraya duyulan şiddetli ihtiyaç, iç isyanlar ve rakip ideolojilerin varlığı gibi şartlar göz önüne alındığında, Anadolu'da bir Milli Mücadele hareketi yürütmenin çok zor olduğu görülmektedir. Bu zorluk, ulusçu seçkinleri dini ve etnik açıdan çoğulcu bir yaklaşımı benimsemeye itmiştir. Dini ve etnik grupların maddi-manevi kaynaklarını seferber edebilmek ve halife-sultan ile İstanbul hükümetine bağlılığı süren halk katında kitlesel destek ve siyasi meşruiyet kazanabilmek için bu çoğulcu yaklaşım bir zorunluluk olarak kendisini dayatmıştır.
... bütün gruplar endogamiyi önemser ve "yabancı"larla evliliği en azından tercihe şayan bulmaz.
Reklam
Mustafa Kemal Paşa'nın bu pozisyonel taktiği gôz ardı edilerek yapılan tarih dışı Atatürk okumalarının ortaya çıkardığı Atatürk portresi, fırçayı kullananın dilediği rengi seçtiği bir portreyi resmetmektedir. Mesela şu sözler Atatürk'e aittir: "Avrupa kıyafetini aldık. Fakat fenalık, saadet, felaket, bir milletin tarz-ı telakkisine tabidir.
Mahmut Esat Bozkurt
1930 Ağrı isyanı akabinde ve 1931 seçimlerinden önce, kendi seçim bölgesi içinde yer alan Ödemiş'te seçmenlerine hitap ederken, CHF üyesi olmasının gerekçesini şöyle açıklar: "Çünkü bu fırka bugüne kadar yaptıkları ile esasen efendi olan Türk milletine mevkiini iade etti. Benim fikrim, kanaatim şudur ki, dost da düşman da dinlesin ki, bu memleketin efendisi Türktür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmaktır, köle olmaktır."
Sayfa 210Kitabı okudu
Batı tarihçiliğinin Türkleri "sarı ırk" kapsamında değerlendirip Avrupa dışı kategoride ele alan yaklaşımına karşı, "bila kayd ü şart" Avrupalı kimliğini benimsemek için, Atatürk'ün himaye ve yol göstericiliğindeki Kemalist tarihçiler, tarih tezi aracılığıyla ırki temaları araçsallaştırmıştır. Böylece, yeryüzünün en eski medeniyetini oluşturan brakisefal Türk ırkının göçler yoluyla Mısır, Anadolu ve Ege (Yunan dahil) medeniyetlerinin kurucusu, "doğuştan Avrupalı" bir ırk olduğu fikri ortaya çıkmıştır. Bu "defansif lrkçılığın sistematik bir ırkçılıktan çok, "medeni" Batı dünyası karşısında hissedilen onulmaz bir "aşağılık" kompleksinin motive ettiği medeniyetçilik refleksiyle ilişkili olmakla birlikte, bu durum, ırkı ulusal kimliğin asli unsurlarından biri haline getirmiş ve etnisist politikaların meşruiyet gerekçesini oluşturmuştur.
Sayfa 182Kitabı okudu
Aslında, hakimiyet-i milliye şiarı, amaç değil yalnızca bir araçtı. Mustafa Kemal Paşa tarafından işlevsel bir sembol olarak değerlendirilmiş, zamanı gelince de bu fikre vesayetçi bir mahiyet kazandırılmıştır. Halk, mücadelenin öznesi gibi görünmüş ancak nesnesi olarak kullanılmıştır. Başkomutanlık kanununun yürürlük süresinin uzatılması ve saltanatın kaldırılması esnasında yapılan konuşmalar ve takınılan tavır, bu vesayetçi anlayışın iki açık örneğidir. Cumhuriyetin ilanının hemen ertesinde Rousscau'nun halk egemenliği tezinin "bilge kanun koyucu" fikri siyasi sahnede "belirmiş" ve milli hakimiyet, cumhuriyeti kuran kişiyle yani Mustafa Kemal Paşa ile özdeşleştirilmiştir. Daha önce iki dereceli de olsa halk tarafından seçilen meclis üyeleri artık bizzat Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal tarafından "tayin edilmeye" başlanmıştır.
251 öğeden 21 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.