Safahat’a panaromik bir bakış attığımızda, birincisinde, toplumun alelâde günlerini cepheleri, ikincisinde (Süleymaniye Kürsüsünde) cemiyette çarpışan ve er geç ona bir biçim verecek olan alternatif fikir ve görüşlerin tenkidi ve kurtuluş yolunun ifadesi, üçüncü Safahat’ta (Hakkın Sesleri) idealinin, İslâmın, Kur’an yolunun açıklanması yer alır. İslâm gerçek cephesiyle halka anlatılır. IV. Safahat’ta (Fatih Kürsüsünde) halkın ve aydınların genel bir incelenişini buluruz. V. Safahat (Hatıralar) gezi intihalarıdır. Bu kitapta yer alan Necid çöllerinden Medine’ye şiiri Akif’in en güçlü şiirlerinden biridir. Çölü bütün yakıcılığıyla şiirine sokmuş, ufak bir kaydırmayla tabiat serabını sosyal seraba ustaca çevirebilmiştir.
youtu.be/Gmb6SBv9wn4
Yâ Nebî, şu hâlime bak!
Nasıl ki bağrı yanar, gün kızınca, sahranın;
Benim de ruhumu yaktıkça yaktı hicranın!
Harîm-i pâkine can atmak istedim durdum;
Gerildi karşıma yıllarca ailem, yurdum.
“Tahammül et!" dediler... Hangi bir zamana kadar?
Ne bitmez olsa tahammül, onun da bir sonu var!
Gözümde tüttü bu
Yok mu, ey bağrı yanık çöl! Ebedî pâyânın?
Nerdedir vâhası, yâ Rab, bu serâbîstânın?
*
Ey bağrı yanık çöl, sınırın sonsuzluk mu senin?
Nerdedir vahası, ey Rab, bu seraplar ülkesinin?
Nâr-ı beyzâ mı nedir, öğle zamanında güneş?
Tepesinden döküyor beynine âfâkın ateş!
Yıldırım yağmuru şeklinde inen huzmesine,
Siper olmuş yanıyor çöldeki çıplak sîne.
San’atin sırrını ressâm-ı ezelden okuyan;
Rûh-i ma’sûmu bütün hilkati kendinde duyan;
Şimdi yerlerde şafak, şimdi bulutlarda bahar;
Şimdi tûfân-ı ziyâ, şimdi köpük, şimdi
Şerif Ali Haydar Paşa Hazretlerine
Nâr-ı beyzâ mı nedir, öğle zamanında güneş?
Tepesinden döküyor beynine âfâkın ateş!
Yıldırım yağmuru şeklinde inen huzmesine,
Siper olmuş yanıyor çöldeki çıplak sîne.
San’atin sırrını ressâm-ı ezelden okuyan;
Rûh-i ma’sûmu bütün hilkati kendinde duyan;
Şimdi yerlerde şafak, şimdi bulutlarda bahar;
Şimdi tûfân-ı ziyâ, şimdi köpük, şimdi buhar;
Şimdi, mahmûr-i tefekkür, uzanan enginler;
Şimdi yalçın kayalar, şimdi oyulmuş inler;
Şimdi dalgın dereler, şimdi zılâl ummânı;
Şimdi bir vâha çizen; şimdi bütün elvânı
Toplayıp mâvi elekten geçirirken, üryan
Kumların üstüne bin türlü bedâyi’ dokuyan
O güzel sîne, o çöl, şimdi ne korkunç oluyor:
Bir cehennem ki uzanmış, dili çıkmış, soluyor!
Ne zemîninde sezersin, ne fezâsında hayat;
Âh bir reng-i hayât olsa da görsem... Heyhat!
Benzi külden de uçuk... Nerde o masmâvi semâ?
...
Düşünce Ravza-i Peygamberin ayaklarına;
Sarıldı göğsüne çarpan demir kuşaklarına.
Dikildi cephe-i dîdâr önünde, müstağrak,
Diyordu inleyerek: Yâ Nebî, şu hâlime bak!
Nasıl ki bağrı yanar, gün kızınca, sahranın;
Benim de ruhumu yaktıkça yaktı hicranın!
´´Düşünce Peygamber'in kabrinin ayaklarına;
Sarıldı göğsüne çarpan demir kuşaklarına.
Dikildi sevgilinin kabri önünde kendinden geçerek,
İnleyerek diyordu ki: Ey Nebî, şu halime bak!
Nasıl ki gün kızınca bağrı yanar çölün;
Benim de ruhumu yaktıkça yaktı ayrılığın!´´ 🕊
Süleyman Nazif, “Necid Çöllerinden Medine’ye” başlıklı şiirini kastederek, “Bunu yazmak için yalnız Âkif kadar şair olmak yetmez, Âkif kadar dindar da olmak lazımdır.”
Ezelde kaynaşan ervâha ayrılık var mı?
Cihan yıkılsa bu vahdet yerinden oynar mı?
Olunca minberimiz, Arş'ımız, Hudâ'mız bir;
Benim de beklediğim nûr onun da gâyesidir.
Safahat’a panaromik bir bakış attığımızda, birincisinde, toplumun alelâde günlerini cepheleri, ikincisinde (Süleymaniye kürsüsünde) cemiyette çarpışan ve er geç ona bir biçim verecek olan alternatif fikir ve görüşlerin tenkidi ve kurtuluş yolunun ifadesi, üçüncü Safahat’ta (Hakkın Sesleri) idealinin, İslâmın, Kur’an yolunun açıklanması yer alır.
Üstâdın en coşkun îman kaynağından ilham alan bu âşikane şiiri kanaatımca bir şah eserdir. Şair kudreti tasvirini ve heyecanını ilk mısraından son mısrasına kadar ayni muvaffakıyyetle ve ayni derecede muhafaza edebilmiştir. Bu şiir intişar ettiği zaman merhum Süleyman nazif vapurda rast geldiği rahmetli Cenab Şehabeddine sormuştu :
- Åkif'in Necid çöllerinden... şiirini nasıl buldunuz? Cenab dedi ki :
- Bir hådisedir. Bundan sonra Âkif'e erişilemez!
Ben öyle tahmin ediyorum ki: Nazif, Cenab ve Åkif, sehpâyi mahabbet ve samîmiyyeti asıl bu Hâdise den sonra tesis etmişlerdir,