Nefis bir Mustafa Kutlu eseri daha.
Ancak bu kitapta diğer Mustafa Kutlu eserleri yanında benim için daha farklı manevi bir hava vardı.
Kitabı okurken Bursa’ya gitmek çekiyor canınız. Emir Sultan türbesine çıkarken merdivenlerinde durup dinlenesiniz geliyor, Üftade Hazretlerinden çıkıp Bursa’yı seyre dalasınız, eski mezar taşlarını okuya okuya Ulucami’ye inesiniz geliyor.
İstanbul’a atmak istiyor insan kendini. Şemsipaşa Camii’ne bakan bir çay bahçesinde çayını yudumlamak. Katibim’de değil ama. Herkesin gittiği, herkesin bildiği bir yer olmayacak. Şile-Ağva otobüslerinin kalktığı yerin arkasındaki ikinci sınıf bir kafenin çayları daha tatlı geliyor nedense. Revaçta olan her şeye gıcık oluyorum çünkü.
Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir’ini alıp okuyası geliyor insanın daha önce okumuş olsan da. O güzel beş şehri bir de onun ağzından dinleyesin geliyor. İstanbul, Bursa, Ankara, Konya, Erzurum’u bir de onun ağzından dinleyesin geliyor.
Nur’la birlikte nurlanıyor insan okudukça. Onunla geziyor dergahları, Anadolu şehirlerini. Onunla tamamlıyor seyr-i sülûkünü. Onunla inceliyor adamın kalbi. Onun o manevi terbiye, mürşid-i kamil arayışını gördükçe kendi zaaflarımızı kendi koca hatalarımızı, kusur-eksik ve noksanlarımızı düşünüp üzülüyoruz haliyle.