SİZ AŞKTAN N'ANLARSINIZ BAYIM?
Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Alt katında uyumayı bir ranzanın
Üst katında çocukluğum...
Kâğıttan gemiler yaptım kalbimden
Ki hiçbiri karşıya ulaşmazdı.
Aşk diyorsunuz,
limanı olanın aşkı olmaz ki bayım!
Allah'la samimi oldum geçen üç yıl boyunca Havı dökülmüş yerlerine yüzümün
Büyük bir
Önce hepsini yazdım, sonra hepsini çizdim.
Yazıp çizdiklerimden çıktı kara bir resim.
Baktım, orada, bir-bir duruyor sevdiklerim.
Bakıyorlar ardından, yazıp çizdiklerimin,
O, yazarken ya da çizerken bilmediğim...
Bilmeden yazdıklarım, bilmeden çizdiklerim.
Beni çizdi sonunda, yazıp da çizdiklerim.
Bana gülüyor şimdi, yitip-yitirdiklerim..
Çizilmemiş olanlar, yazmayıp bildiklerim.
Ah "bilip ettiklerim, bilmeyip ettiklerim."
“Eğer evliliğinizin yürümesini istiyorsanız lekeye değil, her zaman güzelliğe bakmayı bilmelisiniz. İster bir eşte olsun, ister bir çocukta, bir komşuda, bir patronda ya da bir arkadaşta, ne kadar leke ararsanız o kadar leke bulursunuz.”
Steven W. Vannoy
*~●。。。"Güçsüz biri olan sen, her çeşit iktidarın sahibi olan benim üzerimdeydin. Çünkü olaylara müdahale etmeden hepimizi gören, seyreden sendin. Seni ezdiğimizde ağlıyordun. Güçsüzlük belirtisi olarak yorumlanabilen bu şey aslında senin yaşamındı. Oysa biz taşlar kadar güçlü, bir o kadar da cansızdık."
"Yaşamda hiçbir şey var olduğu halinde kalmaz. Tohumlar filizlenir. Çocuklar büyür. Alevler söner. Yalanlar eskir. Etrafına dolanan kollar kesilir atılır. O büyüyen fidan ağaç olur, gölgesinde dinlenilir. Odun olur, ateşinde ısınılır. Kül olur, unutulur. Hiçbir his sonsuza kadar onu hissettiğin ilk andaki gibi kalmaz. Kalbimizi kırıp döken o duygular da en başında kalbimizi attıranlar değil miydi?"
Kişi kendini tehdit altında hisseder ancak bu tehdit sanki bir hayaletten gelmektedir; düşmanının nerede olduğunu, onunla nasıl mücadele edeceğini, ondan nasıl kaçacağını bilmez. Bilinçaltındaki bu çatışmalar genellikle kişinin geçmişinde kalan ve kendini yüzleşecek kadar güçlü hissetmediği bir tehdit sonucunda ortaya çıkar; çocuklukta baskıcı ve sahiplenici bir ebeveynle mücadele etmek ya da kendini sevmeyen anne babayla karşı karşıya gelmek zorunda kalınması gibi. Nevrotik endişe ile başa çıkmanın yolu kişinin korktuğu o asıl deneyimi ortaya çıkarıp ardından normal endişe yahut korku hisleriyle mücadeledeki yöntemleri uygulamaktadır. Ağır nevrotik endişe vakalarında atılacak en mantıklı ve doğru adım profesyonel psikoterapi desteği almaktır.
Sonrası yabancılaşma. Ben yabancılaşma diyorum, siz soğumak da diyebilirsiniz. Bağlanmak, sevmek, ilgilenmek ne kadar insani ise kopmak, yabancılaşmak da bir o kadar insani değil midir? İnsan, ünsiyet kurabilme kabiliyeti gelişmiş bir varlıktır. İnsanı mekâna, yani yaşadığımız eve, mahalleye ve şehre bağlayan şey bu ilişkidir. Ünsiyet kurduğumuz evleri, sokakları, mahalle yahut şehirleri zamanla sever ve onlara bağlanırız. Tabii bu ilişkinin tıpkı insan ilişkilerinde olduğu gibi karşılıklı olduğunu unutmamak gerekir. Bu sebeple şunu söyleyebiliriz: Mekân ile insan arasındaki ilişki esasında iki insan arasındaki ilişkiye benzer. Emek ister, fedakârlık ister ve karşılık görmek ister.
Kimileri adet sancılarının çocuk doğurduktan sonra azaldığını iddia eder. Muhtemelen doğru değildir bu. Öte yandan doğum sancısından sonra, karşılaştırınca adet sancıları o kadar da kötü değildir.
"Diyelim ki Arya'yı sevdin ve o da seni her şeyinle kabul etti. Ne yapacaksın?Kaçacak mısın yine?"
"Kız çocuğundan bahsediyoruz. Kalbi o kadar yükü kaldırmaz."
"Kaçıyorsun."
"Kaçmıyorum. Sadece... Kimse o kadar sevemez. Ailesinin katilinin buz gibi olan oğlunu her şeye rağmen sevemez. Sevmemeli."
Gerçek mizah, bana sorarsanız, kişinin ve toplumun kendisini de makaraya alabilmesi demektir. Kişinin kendisiyle dalga geçebilmesi, kendini o kadar da ciddiye almaması bir olgunluk emaresidir.