“…; herkes, Amerika’nın, günün birinde bu esrarlı yuvarlağın gizlerini çözeceğine inanıyor; hatta bazıları, onun ele geçirilişiyle Avrupa dengesinin önemli ölçüde bozulacağından korkuyordu.”
Jules Verne bu romanında bu sözü söyledikten 100 yıl sonra insanoğlu Ay’a ilk adımı attı. Bütün romanlarında sahip olduğu bilgi birikimi kullanan yazar bu romanında gökbilimi üzerine bilgileriyle insanoğlunun hayalinin sınırlarını aşabilecek bir konuyu gözler önüne serer.
Astronominin dışında kitapta dikkat çeken bir başka ayrıntı ise giriş kısmında kitabın bir savaşla başlamasıdır. Amerikan İç Savaşı’nda silah üreten bir grup savaşın bitimiyle kendisine bir uğraş arayıp Ay’ın sırlarını öğrenip ona varmaya çalışmaya karar verir. Ya savaşın yıkıcı sonunun getireceği gerileme ya da savaş sonrası yapıcı bir öngörüyle bilimle ilerleme. Yazar aslında tam bu konuda üst perdeden bize seslenmektedir. Kolomb’dan bu yana Amerika kıtasında sürekli bir kaos ve savaş hakim olmuştur. Bunun en sonuncusu da İç Savaş’tır. Yazar, savaşın bitimiyle “Beyaz İnsan”ın artık kıtada huzursuzluk değil bilimle ilerlemiş bir huzur ortamına kavuşmasına duyduğu isteği bize silah üreten bir grup üzerinden anlatmak ister. Bilimin hep yıkıcı olmayacağını, insanlığı daha da ileriye, gerekirse Ay’a da götürebileceğini öne sürer.
Sonuç olarak baktığımızda kendisi günümüzde yaşamasa da öngörüleri tam anlamıyla yerine gelmiş gibi. Tabi bu ilerlemede, 20.yüzyıl ABD politikalarının etkisini de görmezlikten gelemeyiz.