Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Asla bir evren yoktu; milyonlarca, milyarlarca evren vardı ve hepsini üst üste koyunca toplu iğne başı kadar bile yer kaplamıyordu. Zihnin ıssızlığında bitkisel bir uykuydu bu. Tek başına sonsuzluğu içeren geçmişin ta kendisiydi..
Benim için büyük anlam taşıyan gerçek yamyam seferleri burada başladı; kamp ateşinden alınmış ölü serçelere paydos, bundan böyle sahici, yumuşak, sulu insan eti tüketilecek; taze kanla dolu karaciğeri andıran gizemler, buzda saklanmış şişmiş tümörleri andıran sırlar. Kurbanımın ölmesini beklememeyi, onu benimle konuştuğu sırada kemirmeyi öğrendim. Çoğu zaman bitmemiş bir yemekten kalktığımda bir bacağı ya da kolu eksik eski bir dosttan başka bir şey olmadığını keşfettim onun. Kimi zaman onu orada öylece bıraktım – iğrenç bağırsaklarla dolu bir gövde halinde..
Reklam
İnsanlar boşluğu hiçlik sanırlar, oysa öyle değildir. Boşluk uyumsuz bir doluluktur, ruhun keşfe çıktığı kalabalık bir hayaletler dünyası.
Annem olacak zavallı budala tembelin teki olduğumu düşünüyordu. Kendimi yıldızların akıntısına kaptırdığımı, evrenin en uzak köşesinde paramparça olup karanlık bir yokluğa doğru yol aldığımı bilmiyordu. Beni yatağa perçinleyen şeyin salt tembellik olduğunu zannetti. Üstüme bir kova su boşaltmıştı ve kıvranıp titremiştim biraz, fakat betonarme yatağımda yatmaya devam ettim. Yerimden kımıldamam olanaksızdı. Vega civarında oradan oraya sürüklenen tükenmiş bir meteordum ben..
Biz cinsel aritmetiğin virgülden sonraki son basamağıyız; dünya samandan sepetinde çürümekte olan bir yumurta gibi dönmekte. Şimdi o uzak yere, Apis’in, zinanın babasının yaşadığı o parlak ülkeye gitmek için alüminyum kanatlara ihtiyaç duyuyoruz. Her şey yağlanmış saatler gibi ilerliyor; yelkovanın her dakikası için zamanın kabuğunu tıklatan milyonlarca sessiz saat var. Yıldırım ölçerden daha hızlı hareket ediyoruz; yıldızların ışığından, bir sihirbazın düşünebileceğinden bile daha hızlı hareket ediyoruz. Her saniye bir zaman evreni. Her zaman evreni hız kozmogonisinde bir gıdım uyku. Hız sonlandığında biz burada olacağız; her zamanki gibi dakik ve mutlu bir biçimde, adı konmamış halde. Dayanmak için kanatlarımızı, saatlerimizi ve raflarımızın üzerindekileri dökmeliyiz. Tüylere bulanıp zafer sarhoşu olarak yükseleceğiz, kandan bir sütun gibi, bizi tekrar aşağı çekecek anılardan arınmış olarak.
Şimdi şöyle... Gülen amcıklar var, konuşan amcıklar var; çılgın, okarina biçimli isterik amcıklar var; sertlik derecesini ölçen etli, sismografik amcıklar var; balinanın çenesi gibi açılıp avını canlı canlı yutan yamyam amcıklar var; istiridye gibi kapanan sert kabuklu, belki içinde birkaç inci bulunan amcıklar var; penis her yaklaştığında dans eden ve esrimeyle ıslanan coşkulu amcıklar var; dikenlerini çıkarıp Noel zamanında küçük bayraklar sallayan kirpi amcıklar var; Mors alfabesi ile konuşan, zihni nokta ve çizgilerle dolduran telgrafik amcıklar var; ideolojiyle dolup taşan, menopozu bile inkar eden politik amcıklar var; köklerinden çekilmedikçe tepki vermeyen bitkisel amcıklar var; Yedinci Gün Adventist cemaati gibi kokan ve bonenle, solucan, istiridye kabuğu, koyun boku ve arada bir kuru ekmek kırıntılarıyla dolu dindar amcıklar var; samur kürküyle kaplı, uzun kış aylarında uykuya yatan memeli amcıklar var; münzeviler ve saralılar için biçilmiş kaftan olan, içleri yat gibi döşenmiş seyir halinde amcıklar var; en ufak bir ışık sızdırmadan içine kayan yıldızlar bırakabileceğin buzul amcıklar var; hiçbir kategoriye ya da tanıma girmeyen muhtelif amcıklar var, ki bunlara ömründe bir kez rastlarsın ve sende iz bırakırlar; ne adları ne öncülleri olan sırf hazdan oluşmuş amcıklar var ve bunlar en iyileridir, fakat nereye gittiler şimdi?
Reklam
Antik Helenistik Dünyada, cinsel ilişkinin ilk gününde durum buydu. O zamandan beri pek çok şey değişti. Kamışınla şarkı söylemek artık edepsizlik sayılıyor; akbabaların mor yumurtalarını her yere sıçmalarına da izin yok. Bütün bunlar skatolojik, eskatoljik ve ekümenik. Yasak. Verboten. Bu yüzden Sikiş Ülkesi giderek daralmakta, söylencesel olma yolunda. Dolayısıyla söylence bağlamında konuşmak zorunda kalıyorum. Aşırı yapmacıklı bir nezaketle, kıymetli merhemle ova ova söylüyorum sözlerimi.
Çükünün ucunda tirbuşon sallama gibi bir kepazeliğe indirgenmiş Tanrı Priapus’un nasıl göründüğünü kimse bilmiyor. Parthenon’un gölgesinde dururken uzaktaki bir amcığın hayaline dalmıştı kuşkusuz ve tirbuşon ile harman makinesini bilincinden çıkarmış olmalıydı; içine kapanıp sessizleşmiş ve muhtemelen sonunda hayal kurma arzusunu bile yitirmişti.
Bütün bunlar ağza alınmaz olana dair simgesel konuşmalar. Ağza alınmaz olan, katıksız sikiş ve katıksız amcıktır. Sadece lüks baskılarda sözünü edebilirsiniz, aksi takdirde dünya yıkılır. Dünyayı bir arada tutan şey, acı deneyimlerle öğrendiğim üzere, cinsel ilişkidir. Fakat sikiş, esas sikiş, esas amcık nitrogliserinden bile daha tehlikeli ve tamamlanamayan bir element içerir sanki. Esasa dair bir fikir edinmek için Anglikan Kilisesinden onaylı Sears–Roebuck kataloğuna bakmanız gerek. 23. sayfada kamışının ucunda tirbuşon sallayan Priapus resmini bulacaksınız; yanlışlıkla Parthenon’un gölgesinde duruyor; poz için Oregon ve Saskatchewan’ın Kutsal Patenciler derneğinden ödünç alınmış gözenekli suspansuvar dışında çıplak..
Fakat beden zihinden sonra gelir. Beden için çok kolay olan şey zihin için her zaman kolay değildir. Ve ikisinin zıt yönlere gitmeye başladığı an özellikle zor ve utanç vericidir.
Reklam
“Durma, devam et, pes etmek yok,” gibi saçmalıklar haykıran megafonlar vardı içimde. Fakat neden? Ne amaçla? Belli bir saatte kalkmak için çalar saati kuruyordum, ama neden? Kalkmamın ne manası vardı? Elimde o küçük kürekle bir forsa gibi çabalıyordum ve ödülünü alacağıma dair hiç umudum yoktu.
Kişisel olmayan dünyada kişisel bir gezintiye çıkmıştım – elinde küçük bir kürekle dünyanın öteki yüzüne ulaşmak için tünel kazan bir adam. Kazmanın sonu yoktu tabii ki. Umabileceğimin en iyisi dünyanın en dip merkezine ulaşmak ve sonsuza dek orada kalmaktı. Kendimi İksion’un çarkına bağlanmış gibi hissedecektim, ki bir tür kurtuluştur bu ve küçümsenmemesi gerekir. Öte yandan içgüdüsel olarak metaizikçiydim ben: Herhangi bir yerde takılıp kalamazdım, dünyanın en dip merkezinde bile. Metafizik sikişi bulup tadına varmak büyük bir zorunluluktu ve bu yüzden yepyeni bir platoya inmem gerekecekti; kartalların ve akbabaların cirit attıkları, tatlı yoncalar ve yekpare cilalı taşlarla kaplı bir yüksek ovaya.
Bela geliyorsa önce O gelecek demektir, hem de kıçının derisini yüzecek dikenli kırbaçlarla. Sadece önüne her çıkan Tom, Dick ve Harry ile yatmakta kalmayıp Kolera, Menenjit ve Cüzzam ile de yatacağı anlamına gelir; kızışmış bir kısrak gibi sunağa yatacak ve Kutsal Ruh da dahil olmak üzere her yeni geleni buyur edecektir. Zavallı erkeğin logaritmik kurnazlığıyla beş bin, on bin, yirmi bin yılda inşa ettiği şeyi bir gecede çökerteceği anlamına gelir. Çökertecektir; üstüne işeyecek ve içtenlikle gülmeye başladığında onu kimse durduramayacaktır.
Dişi nadiren güler, fakat güldüğünde volkaniktir. Dişi güldüğunde erkek kasırga sığınağına kaçsa iyi eder. O vajinal kahkahaya hiçbir şey dayanamaz, betonarme bile. Dişi, gülmesi geldiğinde, bir sırtlanı, bir çakalı ya da bir yaban kedisini bile bastırabilir. Öylesini saldırgan arılarda duyar insan arada sırada. Kapağın açıldığı ve her şeyin geçerli olduğu anlamına gelir. Kendi yiyeceğini kendi arayacağı anlamına gelir – ve aman dikkat, taşakların kesilmesin!
Aşk bir mezeydi, küçük bir tabak havyar ya da balmumundan bir günçiçeği; içindeki vantriloğun havyardan ya da günçiçeklerinden bahsettiğini duyabilirdin, fakat gerçek insan her zaman ya sansardı ya da beyaz tavşan. Evelyn lahana bahçesinde hep bacakları açık yatıyor ve ilk gelene parlak, yeşil bir yaprak sunuyordu. Ne var ki yaprağı kemirmek için bir hamle yaptığında lahana bahçesi kahkahayla patlıyordu; ne İsa’nın ne de Immanuel Ödlek Kant’ın tahayyül edebileceği türde parlak, çiyli, vajinal bir kahkaha; çünkü tahmin edebilselerdi dünya bugün bu halde olmazdı, ayrıca ne Kant olurdu ne de Yüce İsa.
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.