Çok az ders çalışanların arasından rastgele seçilmiş 10 üniversite öğrencisini sorgulayın, itirafların özetle şöyle olduğunu görürsünüz: Dün lisede öğretmenlerimiz her gün için, her saat için yapmamız gereken görevleri bize dikte ediyorlardı. İşlenecek dersler açık ve kesin bir biçimde belirlenmişti. Tarihten belli bölümünü çalışmamız, geometriden belli bir teoremi öğrenmemiz, belli bir ödevi yapmamız, belli bir bölümü tercüme etmemiz gerekiyordu. Dahası yardım görüyor, yüreklendiriliyor ya da azar istiyorduk; rekabet şevk ve ustalıkla yürütülüyordu. Bugünse her şey çok farklı. Net belirlenmiş hiçbir ödevimiz yok. Zamanımızı canımız istediği gibi kullanıyoruz. Daha önce çalışmamızın dağılımında hiçbir zaman insiyatif kullanmadığımız için, ayrıca bu zayıflığı yenmemize yardımcı olacak hiçbir yöntemin bize öğretilmemesinden ötürü, halimizin yüzmeyi itinayla takılmış yüzme kemerileriyle öğrendikten sonra çırılçıplak suya atılmış insanlardan hiçbir farkı yok. Boğulduğumuzu söylemeye gerek yok. Ne çalışmayı ne de kendimizi nasıl çalıştıracağımızı bilmiyoruz. Ayrıca irademizi kendi kendimize terbiye etmenin yöntemleri hakkında nereden bilgi edineceğimizi de bilmiyoruz. Bu konu hakkında pratiğe dayanan hiçbir kitap yok. Bu yüzden kaderimize boyun eğiyor ve kaybettiklerimizi düşünmemeye çalışıyoruz. Bu çok acı verici bir durum. Sonra Cafe bistro ve görece bir neşe içinde arkadaşlar var. Zaman her halükarda geçiyor.
Sayfa 41 - "çeviriye temel alınan Metin eserin 1906 yılında Paris'te Félix Alcan yayınevinden çıkan 25 baskısıdır." 1905'ten beri dünyada pek bir değişiklik olmamış gibi.Kitabı okuyor
Muhteşem Tasarım
Çocuğunu ilk kucağına aldığında; dalga dalga gelen sevinç, heyecan, telaş, kaygı ve sorumluluk duygularının arasında, her anne- babanın kafasından şöyle bir soru geçer: “Kucağımda tuttuğum bu küçük insan özünde nasıl biri?” Haydi, kucağınızda tuttuğunuz bu küçük insanı biraz yakından tanımaya çalışalım. {Önemsenecek Muhteşem Bir Potansiyel}
Kronik
Reklam
MEÇHUL ŞEHZADE: DELİ KURT Olay Örgüsü 1403 yılının sonlarıdır. Üstü örtülü bir kağnı gecenin karanlığında ilerlemektedir. Genç bir atlı tedirgin bir şekilde kağnıyı yönetmektedir. Kağnıda Yıldırım Bayazıd'ın oğlu İsa Beğ'in eşi Bala Hatun vardır. Bala Hatun hamiledir. Osmanlı sipahisi Çakır Ağa onu sütanasının evine götürmektedir.
Tarihi seyir içinde çeşitli merhaneler geçiren fotoğraf makinesinin asıl icadı,Fransız İlimler Akademisi mûcitlerinden J.M.Daguerre tarafından yapılmıştır.Daguerre,kendi adıyla bilinecek tekniğini geliştirerek 1839 yılında bağlı bulunduğu akademinin basın bülteninden tüm dünyaya ilân etmiştir. Îcadının üzerinden fazla bir vakit geçmeden Takvim-i Vekayi Gazetesinin 28 Ekim 1839 Pazartesi günkü 186.sayısında fotoğraf makinesinin bulunuşu ilan edilmiştir.Haberde fotoğrafın tarihi seyri anlatılmış,teknik hususiyetlerinden söz edilmiş,ayrıca M.Deguerre hakkında tanıtıcı bilgiler verilmiştir.M.Deguerre’nin çıraklarından pek çoğu bu tekniği öğrendikten sonra dünyanın dört bir yanına dağılmışlardır.Bu fotoğrafçılardan bazıları İstanbul’a da gelmiştir.Bunlardan biri Avrupalı seyyah M.Kompa’dır.
_Psişe, insan zihninin, bilincinin ve bilinç dışının tamamıdır. Galaksilerin ardında tanrıyı aramayı hayal edemeyiz. Her şey psişenin ürünüdür. Eski yunanca'daki psyche sözcüğü, "kelebek" anlamına gelir." Latince'deki animus ruh ve anima can, eski yunanca anemos rüzgar sözcüğüyle aynı köktendir. _Vücudun merkezi de başta
Çocuk öğrendikçe , anladıkça ve sorgulamaya başlayıp daha büyük sistemler kurmaya başladıkça üstesinden gelinecek yeni yaşam deneyimleri aramaya başlar . Yaşamın belirli bir alanını kavrayıp anladıktan sonra , o alana komşu olan ve henüz açıklığa kavuşmamış başka bir deneyim alanını sorgulamaya , didiklemeye başlar ve orada da bir sistem geliştirerek bütünselliğe ulaşmaya çalışır.