Kadın geçerken ona gümüş bir para fırlattı. Gözleri ay ışığında mücevherler gibi parıldarken, "Hasar için," dedi. "Bu gece, hiçbir şey görmedin, anladın mı? Dilini tut yoksa bir dahaki sefere oni zincirlemem."
Sayfa 25 - Zoya'dan başkası bunu söylemezdi zaten :)Kitabı okudu
Urungu, bağrında sevgilisi olduğu halde kendisini Ölüm Uçurumu'na fırlatmış, hayatta kavuşamadığı Ay Hanım'a, zamanı ve mesafeleri aşarak ölümde, bir daha ayrılmamak üzere, kavuşmuştu.
Kür Şad'ın torunu olmak!... Bu ne büyük bahtiyarlık, ne kutlu bir gerçekti! Taçam, Bozkurt ocağının bir tegini olduğu için değil, Kür Şad'ın torunu olduğu için seviniyor, övünüyordu.
"Ben Bilge Tonyukuk, Çin baş kumandanı Hoay-i'ye derim ki, sen iyi bir kumandan değilsin. Çünkü çerini aynı günde aynı yerde toplayamıyorsun. Altmış bin kişilik kolordun senden on beş gün sonra orada bulunacaktır. Bu duruma göre şimdiden yenilmişsin demektir."
Sayfa 572 - Bozkurtlar Diriliyor/ Tonyukuk'tan Çin baş kumandanına mektupKitabı okudu
– Söyle, Gök Türk tegini! Anlat, Urungu Şad! Bunu niçin sakladın?
Urungu yere diz vurarak cevap verdi:
– Anamın isteği yerine gelsin diye sakladım Ay Hanım! Ona söz vermiştim.
Urungu’nun belindeki bıçak için de bir şey öğrenebildin mi?
– Öğrendim! Bu bıçak Gök Türkler’in ilk kağanı Bumun Kağan’dan kalma tılsımlı bir bıçakmış. Bir yüzünde Bumun Kağan’ın damgası, öbür yüzünde de adı kazılı imiş. Fakat bu yazı ile damga ancak güneşin doğduğu ve battığı sırada görülürmüş. Bir de Gök Türkler’in şanı ne kadar artarsa bıçaktaki yazı o kadar iyi görünürmüş.
Ay Hanım’ın söze başlaması tehlikeyi önledi:
– İlteriş Kağan’ı ben de kağan olarak tanımış, bunu birkaç defa kendisine bildirmiştim. Akrabalığımız da beni ona bağlıyor. Dokuz Oğuzla Gök Türk bir ağacın iki dalıdır. Gök ve yer karıştığı zaman aramızda savaş olmuştu. Şimdi gökte ve yerde kargaşalık yok. Yüce Kağan’ın bütün buyrukları yerine gelecektir. Bunu birinci elçi Pars Beğ’le yarın konuşacağım. Şimdilik çadırlarınızda dinlenin ve obamızda dilediğiniz gibi gezin.
Kağanın yolladığı kımızı içerken Pars onun yüzünü daha iyi görmüş ve kendi kendine: “Ne kadar da Kür Şad’a benziyor” diye düşünmüştü. Kür Şad’ın öldüğünü bilmese Urungu’nun Kür Şad olduğunu iddia edebilirdi. Bu ok atış, bu vuruşlar ve sonra benzeyiş.
Nihayet Pars Beğin gözleri parladı. "İşte, Ötüken'e vardık" dedi. Bunu söylerken sesi, vaktiyle Ötükende erlerine buyruk veren Onbaşı Pars'ın sesine benziyordu. Şimdi toprağın her parçasına, her tümseğe, taşa, ağaca dikkatle bakıyor, çoğunu tanıyordu. Altmış yıllık dünya kavgası, onun beyninden ve gönlünden, doğup büyüdüğü yerlerin izini silememişti. Böyle ne kadar gittiler, farkında değildi. Kendinden geçmiş ilerliyor, gözleri nemli olduğu için seçemediği bozkıra sis inmiş sanıyordu. Bir hülya içinde gidiş, ilk çadırlar ve ilk Ötükenliler görününeeye kadar devam etti.