Başlangıçtan beri bütün insanlar, zekâdan önce duyuları kullanırlar ve zorunlu olarak, işe duyulur nesnelerin izlenimini edinmekle başlamaktadırlar. Bazıları duyu izleniminde kalır ve hayatları boyunca onların ilk ve son şeyler olduklarına inanırlar;
onların neden oldukları elem ve hazzın, iyi ve kötü olduğunu düşünürler; bunlardan birinin sürekli peşinden koşmanın ve öbürünü ortadan kaldırmanın yeterli olduğu kanısmdadırlar.
Onların arasında zekânın cılız ışığına sahip kişiler, hikmetin burada olduğunu iddia edenler vardır; onlar daha çok yere bağlı, doğuştan kanatları olsa da ağırlıkları çok yükseğe uçmalarına engel olan kuşlara benzerler.
Zihni yeni düşüncelere kapatmanın ana nedenlerinden biri mental tembelliktir.En az direnç ve sorunla karşılaştığımız yol,zihnimizin daha önce yürüdüğü yoldur.Eski inançları değiştirmek,yeni bir yol açmak çok zahmetli bir iştir, emek ve çaba ister.
Kolomb, dünyanın yuvarlak olduğu düşüncesine, mevcut geleneksel kuramı sorgusuz sualsiz kabul etmediği, onu şüpheyle karşılayıp araştırdığı için ulaştı. Kemikleşmiş alışkanlıklardan hareketle kesin olduğu düşünülegelmiş inançtan kuşku duyup o sıralar olanaksız olduğu düşünülene inandıysa da hem inancı hem de inançsızlığı için kanıtlar bulana" dek bu konu üzerinde düşünmeye devam etti. En sonunda vargısının yanlış olduğu ortaya çıksaydı bile, onun inancı rakiplerinin inancından daha farklı bir inanç olacaktı, çünkü Kolomb bu inanca rakiplerininkinden farklı bir yöntem kullanarak ulaşmıştır.
Herhangi bir inanç ya da varsayılan bir bilgi biçimi üzerine, onu ve onun yol açtığı daha ileri sonuçları destekleyen kanıtlar ışığında etkin, sürekli ve dikkatli bir biçimde düşünmek, refleksif düşünceyi oluşturur. Düşüncenin ilk üç çeşidinden herhangi biri, bu türü ortaya çıkartabilir. Ancak bir kez meydana geldiğinde bu tür, sağlam bir kanıt ve ussallık zemininde inanç
oluşturmaya yönelik bilinçli ve istemli bir çabayı gerektirir.
Birçok kötü insan olduğundan, birinin onları daha iyi hale getirmek için bir şeyler yapması gerektiği açıktır. Geleneksel olarak bunu deneyen felsefeciler olmuştur.
Dilin fırça darbelerinin düşüncenin de fırça darbeleri olduğunu ve dolayısıyla simgelerin yaklaşık bu büyüklükte kavramları temsil ettiğini düşünmek usa uygundur.
Beyin halinin kendisinde hangi yolun seçileceğini söyleyen bir bilgi yoktur. Yolun seçiminde dış koşullar büyük oranda belirleyici rol oynar.
Bunun içerimi nedir? Bu tek bir beyin tarafından, koşullara bağlı olarak, bütünüyle birbiriyle çatışan düşüncelerin üretilebileceğini ima eder. Ve beyin halinin değerli bir üst-düzey okuması bütün böylesi çatışan çeşitlemeleri içermelidir. Fiili olarak şu oldukça açıktır - hepimiz çelişkiler yumağıyız ve verili bir zamanda kendimizin ancak bir yanını ortaya çıkararak tek parça olarak kalmayı başarıyoruz. Seçim önceden öndeyilenemez, çünkü seçime zorlayacak koşullar önceden bilinmez. Beyin halinin, doğru olarak okunursa, sağlayabileceği şey, yolların seçilmesinin koşullu bir betimlemesidir.
Zeki-olmayan davranış ve zeki davranış arasındaki sınırın nerede olduğunu kimse bilemez; aslında keskin bir sınır çizgisi bulunduğunu söylemek de herhalde aptalca olur. Ancak zekâ için gereken temel yeteneklerin ne olduğu kesindir:
durumlara oldukça esnek tepki vermek raslantısal koşullardan yararlanmak;
belirsiz ya da çelişkili mesajlardan anlam çıkarmak;
bir durumun farklı öğelerinin göreli önemini tanımak;
kendilerini ayıran farklılıklara karşın durumlar arasındaki benzerlikleri bulmak;
kendilerini bağlayan benzerliklere karşın durumlar arasındaki farklılıkları çıkarabilmek;
eski kavramları yeni biçimlerde bir araya getirerek yeni kavramlar oluşturmak;
yeni fikirler ortaya atmak.
İki keşiş bir bayrak hakkında tartışmaktadırlar. Biri, "Bayrak kıpırdıyor," der.
Diğeri, "Rüzgâr kıpırdıyor" der. Altıncı pir Zenon oradan geçmektedir. Onlara,
"Ne rüzgâr, ne de bayrak, zihin kıpırdıyor" der.
Eğer parçacıklar birbirleriyle etkileşmeseydi, her şey inanılmaz ölçüde basit olurdu, gözlemiyle başlıyoruz. Böyle bir dünya fizikçilerin hoşuna giderdi, çünkü o zaman bütün parçacıkların davranışını kolayca hesaplayabilirlerdi (elbette böyle bir dünyada fizikçiler olursa, çünkü bu kuşkulu bir önermedir). Etkileşimsiz parçacıklara çıplak parçacıklar denir ve bunlar tamamıyla hipotetik yaratılardır; varolmazlar.