Cristopher Isherwood, Hoşçakal Berlin’e bir fotoğraf metaforuyla başlar: “Objektifi açık bir fotoğraf makinesiyim ben, hayli edilgen, kayıt yapıyorum, düşünmüyorum. Karşı penceredeki tiraş olan adamı, saçını yıkayan kimonolu kadını kaydediyorum. Günün birinde bütün bunların banyo edilmesi, özenle basılması, sabitlenmesi gerekecek.” Ne var ki edilgen tarafsız gözlemciler olabileceğimizi düşünürsek kendimizi yanıltmış oluruz. Bilelim ya da bilmeyelim amaçlamış olalım ya da olmayalım, her algıyı her sahneyi biz şekillendiririz. Bizler çektiğimiz filmin yönetmenleriyiz aynı zamanda oyuncularıyız da: her kare, her an, bizleriz, bizlerdendir
Biz insanlar hataya açık, zayıf ve kusurlu, ama aynı zamanda büyük bir esnekliğe ve yaratıcılıa sahip belleklerle donatılmışız. Kaynak karmaşası veya kaynağa karşı kayıtsızlık paradoksal bir biçimde güçlü yanımız olabilir. Bütün bilgi kaynaklarımızı etiketleyebilseydik genellikle ilgisiz bir sürü malumatın altında ezilir giderdik. Kaynağa ayıtsızlık okuduklarımızı, bize anlatılanları, başkalarınız söylediklerini, düşündüklerini, yazdıklarını ve resmettiklerini sanki birinci elden deneyimlermiş gibi yoğun ve zengin biçimde özümsememizi sağlar. Bu sayede başkalarının gözleriyle görür, kulaklarıyla duyarız, başka zihinlere girer, bütün bir kültürün sanatını, bilimini ve dinini özümseriz, ortak akla ve bilgi birikimine dahill olur ve katkıda bulunuruz. Bellek, yalnızca deneyimden değil, zihinlerin etkileşiminden de kaynaklanır.
Freud gibi bunca yayın yapmış kişilerin bile en ikna edici ve en yenilikçi düşüncelerinin yalnızca mektuplarında ve günlüklerinde ortaya çıkması çok tuhaf ve ilgi çekicidir