Birine teslim olmaktan korkmak.
"Birisi, kabuk tutmuş yaralarımızı okşamaya başladığında, cırt diye açılıveriyor ve oluk oluk kanama başlıyor yeniden… Birine teslim olduğumuzda ve içimizi döktüğümüzde, bedenimiz ve ruhumuz kan içinde kalıveriyor.. O yüzden değil mi, içimizi tutmalarımız, birine teslim olmaktan korkmalarımız, ortalıkta tedirgin ve gergin dolanmalarımız!” Gabriel Garcia Marquez Yüzyıllık Yalnızlık
Zaman aktı, rüzgar kuvvetlendi, fırtınaya dönüştü. Gece geride kalıyordu. İşte böyle diye sayıkladım kalbime. Geride kalır. Karanlık çekilir. Zaman akar. Kelimeler sözlere dönüşüp gizlenen anlamlarını bulur. Yanacak olan tutuşur, külleri savrulur. Oluk oluk akar su ama bir kıyıya vurur, dalga kırılır. Kıyametler kopar okyanuslarda sonra çarşaf çarşaf serilir durulur. Yaşamda hiçbir şey var olduğu halinde kalmaz. Tohumlar filizlenir. Çocuklar büyür. Alevler söner. Yalanlar eskir. Etrafına dolanan kollar kesilip atılır. O büyüyen fidan ağaç olur, gölgesinde dinlenilir. Odun olur, ateşinde ısınılır. Kül olur, unutulur. Hiçbir his sonsuza kadar onu hissettiğin ilk andaki gibi kalmaz. Kalbimizi kırıp döken o duygular da en başında kalbimizi attıranlar değil miydi?
Sayfa 476 - NovaKitabı okuyor
Reklam
' Yağmur oluk oluk yağardı üstümden Ben göğün sevgilisi, denizin oğluydum '
Sayfa 155 - Kırmızı Kedi YayıneviKitabı okudu
Yanacak olan tutuşur, külleri savrulur. Oluk oluk akar su ama bir kıyıya vurur, dalga kırılır. Kıyametler kopar okyanuslarda sonra çarşaf çarşaf serilir durulur. Yaşamda hiçbir şey var olduğu halinde kalmaz.
"Birisi, kabuk tutmuş yaralarımızı okşamaya başladığında, cırt diye açılıveriyor ve oluk oluk kanama başlıyor yeniden… Birine teslim olduğumuzda ve içimizi döktüğümüzde, bedenimiz ve ruhumuz kan içinde kalıveriyor.. O yüzden değil mi, içimizi tutmalarımız, birine teslim olmaktan korkmalarımız, ortalıkta tedirgin ve gergin dolanmalarımız!” Gabriel Garcia Marquez Yüzyıllık Yalnızlık
"Başımı kesip kör kuyuya atsalar...Şah damarımdan oluk oluk kan akıtsalar...Dokuz yurda tenimi lime lime dağıtsalar...Yedi çakal sürüsü vücuduma saldırsalar...Kırmazdı acılar beni,yorardı belki teni.Özümsün,özümle ararım Mevlânâ'm seni.Yemin ederim ki ölümümün gözlerinin önünde olmasını isterdim.Gör ki aşk için ölmek ne demekmiş."
Sayfa 242Kitabı okudu
Reklam
İnse başıma bir yumruk Rabbim Allah diyeceğim Kanım aksa oluk oluk Rabbim Allah diyeceğim. Yusuf gibi düşsem suya Atsalar beni kuyuya Nice şeref duya duya Rabbim Allah diyeceğim. Sürseler yaban eline Atsalar zindana bile Haykırıp gönülden yine Rabbim Allah diyeceğim.
-Adaletsizlik karşısında öfkelenmek, zulüm karşısında öfkelenmek, göz göre göre işlenen bir vahşet karşısında öfkelenmek, göz göre göre işlenen bir vahşete, binlerce yıllık insan medeniyetinin tırnakları ile kazıya kazıya ter, gözyaşı ve oluk oluk kan dökerek elde ettiği bütün değerli kazanımları ayaklar altına alarak, göz göre göre sessiz, bile isteye taraf ve destek olanlar karşısında öfkelenmek, çocuklar, yakıcı fosfor bombaları ile öldürülürken öfkelenmek elbette iyidir. Öfkelenmemek ise, bütün bu cinayetlere kayıtsız kalarak bir bakıma onlara ortak olmak gibi kötüdür. Vicdansızlıktır, kişiliksizliktir, merhametsizliktir, korkaklıktır...
Harfler çoğul, kelimeler tekil, cümleler oluk oluk. Bir suskunluk , bir ıssızlık; çıldırasıya bir savaş... Ben, kendime yoldaş, bir yıldızlar bir de kendimdir sırdaş. Kim bilir, kaç tekrar dinleyip, kaç kez direneceğim? Bir elime ah'ı, bir elime affı verip; tartın diyeceğim. Ben , kendimi suale çekeceğim. Nereye varırım bilmem, lakin teraziyi en ortaya dikeceğim. Ben ve diğer ben, doyunca ve yorulunca pes edeceğim... An'lar ve yarınlar boyu , bunları hep tekrar edeceğim. Ve sonra, yazacağım al-açık ; "daha yeni başladık, dinleyin!" diyeceğim...
Murathan benim en derin, unutulmaya yüz tutmuş ama unutmamak içinde bir yandan inatla direndiğim yaramdı. Hala oluk oluk kanayan yaram...
Reklam
Zaman aktı, rüzgâr kuvvetlendi, fırtınaya dönüştü. Gece geride kalıyordu. İşte böyle diye sayıkladım kalbime. Geride kalır. Karanlık çekilir. Zaman akar. Kelimeler sözlere dönüşüp gizlenen anlamlarını bulur. Yanacak olan tutuşur, külleri savrulur. Oluk oluk akar su ama bir kıyıya vurur, dalga kırılır. Kıyametler kopar okyanuslarda sonra çarşaf çarşaf serilir durulur. Yaşamda hiçbir şey var olduğu hâlinde kalmaz. Tohumlar filizlenir. Çocuklar büyür. Alevler söner. Yalanlar eskir. Etrafına dolanan kollar kesilir atılır. O büyüyen fidan ağaç olur, gölgesinde dinlenilir. Odun olur, ateşinde ısınılır. Kül olur, unutulur. Hiçbir his sonsuza kadar onu hissettiğin ilk andaki gibi kalmaz. Kalbimizi kırıp döken o duygular da en başında kalbimizi attıranlar değil miydi?
Ahh..
Birisi kabuk tutmuş yaralarımızı okşamaya başladığında, cırt diye açılıveriyor ve kanamaya başlıyor yeniden oluk oluk. Birine teslim olduğumuzda ve içimizi döktüğümüzde, bedenimiz ve ruhumuz kan içinde kalıyor. O yüzden değil mi içimizi tutmalarımız, birine teslim olmaktan korkmalarımız, ortalıkta gergin ve tedirgin dolanmalarımız?  “Anlatsam mı, anlatmasam mı?”  kararsızlığımız. “Bu sevgi beni acıtır mı?”  kuşkularımız.
"Bu hıyarın ilk tohumu bu kalabalık vasatı, hırsızı, arsızı, edepsizi, utanmazı, eşşoleşşeği, esnafoğlu esnafı, onun bunun Foucault'nun çocuğunu, 'Derya deniz, aradığımız adam, tam da gerçekleri söylüyor, ah ki ah yetiş,' diye anmaya başlar işte," deyip rahatça, "Herkesin her gün evinde söylediğini sen de söyle, duysunlar, bu hayvan sürüsü kendi bildiğini duymadıkça asla ve kat'a duydum demez, bir kez daha kahrolası bunlar kendi ezberlerine düşünce demekten yılmazlar, çünkü aslında makinedirler ve çalışırlar, sadece yağlayıcıya ihtiyaçları vardır, alimleri de işte bunlara püskürten, sıkan, oluk oluk fitne akıtandır. Hop yapıştır alim rozetini yakana, hah yakıştı da, zaten bir insan şerefsizleştikçe ona her şey yakışır, valla gençliğinde yakışmazdı inan yakışmazdı, şimdi cuk oturdu,"
"Su, suya uzaktan aktıkça, tatlı ve devamlı bir şırıltı duyulur; fakat birleştikleri zaman ne ses kalır ne de sadâ... Gerçi ben de bir taraftan dolan bir taraftan boşalan bir havuz gibi, sonsuz bir alıp vermenin şekvasına mahkumum. Fakat ne sızıldanış, ne velvele ne bir feryadımı duyan var; zira suyum, oluk gibi, çeşme gibi uzak ve ayrı bir yerden akmıyor, kendimden kendi içimden kaynıyor. Bu yüzdendir ki sesimi duyan yok."
Para oluk gibi akıyor, şöhreti arttıkça artıyordu. Martin edebiyat dünyasında bir kuyruklu yıldız gibi parlak izler bırakıyordu. Ama uyandırdığı heyecan Martin'i ilgilendirmekten çok, eğlendiriyordu. Onu şaşırtan şey, eğer bilinse bütün dünyayı hayrete düşürecek ufacık bir şey vardı. Ama dünya, onun özünde bu kadar büyüttüğü o ufak şeyden çok, onun hayretine şaşardı, eğer bilinseydi. Yargıç Blount, onu akşam yemeğine davet etmişti; işte o küçük veya yakında önemli bir hal alacak küçük şeyin başlangıcı buydu. Yargıç Blount'a hakaret etmiş, ona iğrenir gibi davranmıştı, oysa o, şimdi sokakta rastladığı Martin'i yemeğe çağırmıştı. Martin kendi kendine Yatgıç Blount'a Morse'ların evinde sayısız kereler rastlayıp da yemeğe çağrılmadığını düşündü. O zamanlar neden çağırmamıştı beni yemeğe? diye sordu kendi kendine. Değişmemişti ki Martin. Aynı Martin Eden'di. Fark nereden ileri geliyordu? Yazdıklarının kitaplar halinde çıkması mıydı bu değişikliği yaratan? Bunların çoktan işi bitmişti. O zamandan beri yeni bir şey yazmamıştı ki. Hepsi de, Yargıç Blount'un genel fikrini paylaşarak, onun Spencer'ine, onun aklına dudak büktüğü zamanda ulaşılmış başarılardı. Şu halde Yargıç Blount'un bu daveti gerçek bir değerden ötürü değildi, tamamıyla yalancı bir değere göre yapılmış bir davetti.
Sayfa 558 - Kitap ZamanıKitabı okudu
1,500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.