#Okudum
#KitapYorum
#DiyarınKıyametiFilinGazabı
#OktayVolkanAlkaya
#KanonYayınları
#TarihiRoman
#388Sayfa
#Kitabaaşıkokumayasevdalı
Merhaba arkadaşlar,
Bugün sizlere Kanon Yayınları'ndan çıkan, Oktay Volkan Alkaya'ya ait "DİYARIN KIYAMETİ FİLİN GAZABI" isimli tarihi romanla geldim. Yazarımızın yayınlanmış dört romanı daha
Gökyüzü her yerde aynıdır derler. Seyyahlar, deniz kazasına uğrayanlar, sürgünler ve ölüm döşeğindekiler bu düşünceyle rahatlarlar ve şüphesiz eğer gizemciliğe meyilliyseniz, o kesintisiz yüzeyden teselli, hatta açıklama sağanak olur yağar.
Ölümün kaçınılmazlığı da pek çok insanın kafasında sadece soyut bir kavramdır bu yüzden aslında bir gönülle teselli edici ve huzur verici olan ihtiraslarımızı zayıflatan kibirli ve bencil dürtülerimizi gemleyen sıkıntılarımızın kaynağını kurutan bu fikrin davranışlarımız üzerinde hiçbir etkisi yok ölüm mahkumlarında bile bu fikir genellikle son anlarda hissedilirken aksini iddia etmek mümkün değildir.
AH Tanrı'm, herkese kendi ölümünü ver. Ölmek, sonu olsun ki öyle bir hayatın, içinde sevgi olan anlam ve keder.
ÇÜNKÜ biz yalnızca kabuk ve yaprağız. Herkesin içinde taşıdığı ölüm ise meyvedir ve döner her şey onun çevresinde.
İnsanlar günün birinde felaketin gelip çataca ğını akıllarına getiremezler . . . ölüm gibi. . . Hangi insan kendisinin de hakikaten öteki insanlar gibi günün birinde mutlaka öleceğine inanır . . . Hepimiz buna inanır görünürüz. Halbuki içimizden . . .
Çiçek açar bakireler bilinmeyene doğru
ve özlerler çocukluklarındaki sakinliği;
ama yoktur artık o, ne kadar isteseler de
ve titreyerek kapatırlar tekrar kendilerini
ve unutulmuş arka odalarda geçirirler
hayal kırıklığı içinde annelik günlerini,
uzun geceler boyu önüne geçilmez sızlanmalar ve güçsüz ve mücadelesiz soğuk yıllar.
Ve tam karanlığın içinde durur ölüm döşekleri ve özlem duyarlar ona doğru farkına varmadan;
ölürler uzun sürede, ölürler sıra halinde
ve sonunda bir dilenci gibi ayrılırlar buradan.
Bedeninden ruhunu çekip çıkarmak üzere elini ağzına doğru uzatırken ona bakıyorsun. Bu hâle düşmekten ve ölüm meleğinin yüzünü görmekten dolayı nefsin zillete bürünmüştür. Ondan nasıl bir müjdeyle ansızın karşılaşacağını merak edip duruyorsun. Birden bire onun sesini duyuyorsun. Sana: "Allah'ın rıza ve mükafatıyla sevin, ey Allah'ın dostu!" veya "O'nun gazab ve azabıyla sevin (!) ey Allah'ın düşmanı!" haberini alıyorsun.
Yürüyorum bir yerlere doğru... Upuzun tükenmeyen dağlardan aşağıya yuvarlanan minik bir taş parçası gibi oraya buraya istemsizce boyun eğiyorum. Niteliksiz duygularımın içindeki sarsıcı hayallerime tutunarak her güne bir lanet okuyorum. O hayaller bu yozlaşmış çevreye nasıl tutunsun! Gözyaşlarım içime aktıkça fikirlerim zincire vuruluyor. Tüketiyorum kendimi ve diğer her şeyi. Planlar ve arzular zamanın bir ucuna takılıp yitip giderken kaybolanların farkına bile varamayacak kadar yitiriyorum kendimi her defasında. İlkel dürtülerimi modern kalıplara tıka basa doldurdukça kusuyorum içimdeki bilincini yitirmiş düşlerimi. Her gün kendimi İsa gibi çarmıha gerilmiş gibi hissetmeden var olamıyorum. Retoriklerimi ilke haline getirdikçe kuş bakışı izliyorum kendimi. Neydi bu yaşadıklarımın tümü? Ölüm yatağına olan merak duygusu ölüme gidenlerdeki pişmanlıkla eş değilse eğer yaşayanlardaki bu kırılmış düşlerden geriye tanrı kalmaz mıydı?