"İnsan ölmek için doğar."
Emıle Zola'dan okuduğum ilk eser. Yazarın dili sade ve akıcı. Eserin sayfa sayısı bir hayli az. Toplamda 38 sayfadan oluşur.
Bu kitapta 5 olağan ölüm öyküsü var. Tüm hikayeler kısa. Kahramanlar, hayatlarının ölüm levelinde mercek altına alınmış. Süreç; başkahraman tanıtımlarının ardından karakterin sade bir şekilde ölmesi şeklinde ele alınıyor. Bu insanlar farklı statülere, finansal kaynaklara, evlatlara ve eşlere sahipler. Fakat benzer bir yaşam gerçeğiyle yüzleşiyorlar. Ölümle! Hikâyelerde dikkatimi çeken ölen kişilerin yakınlarının umarsızlıklarıydı. Ölen küçük oğullarının yanında içki içen bir aile, karısının öldüğüne değil de dükkânının bir gün kapalı kalmasına içerleyen bir eş! Başta çok şaşırdım, her ölüme nedensiz ağlayan ben bile bir hikâye hariç hiçbir duygu hissetmedim. Emıle Zola, bu basit kurgunun arkasına kesinlikle güçlü bir ana fikir saklamış olmalı! Bence ana fikir ölümün olağanlığında saklı. Yazar ölümün olağanüstü koşullar gerektirmediği, herkesin bir gün öleceği ve ölüm bedeni sardığında başka nedenlere sığınmak yerine kabullenmek gerektiğini basit hikâyeler silsilesiyle anlatmış. Kitapta ilgimi çeken bir nokta var. Toprağın insana randevu vermesi... İnsan doğunca aynı zamanda toprağa dönmek için ondan bir nevi randevu alırmış. Çok garip!