-Diğer insanlar olmadan, sevmeden ve sevilmeden, güvenebileceğimiz az sayıda insanla beraber olamadan yaşayamıyoruz; ömrümüz kısalıyor ve erkenden ölüyoruz...
-Farklılıklar olmasa sadece hayat sıkıcı olmazdı; hayat diye bir şey muhtemelen var olamazdı...
-Kadınlar gerçekten de kendilerini güldüren erkeklerden hoşlanıyorlar ama erkeklerde böyle bir tercih göremiyoruz. Erkekler ise espri yapabilen kadınlardan ziyade "kendi esprilerine daha çok gülen" kadınlardan hoşlanıyorlar...
-Dün geçti. Yarın ise henüz gelmedi. Ama ömrün olur da yarın gelirse, onun nasıl olacağını tek bir şey belirleyecek: Şimdi!
-Sevdiğiniz bir işle hayatınızı kazanırsanız, bir gün bile çalışmış olmazsınız...
Spoiler içerir.
“ Bütün insanlar hayatta başarılı olmak ister ancak herkes başarılı olamaz. Son yıllardaki yaygın görüş başarının yolunun her şeyden önce istemekten geçtiğidir.Ancak hepimiz biliyoruz ki isteyenlerin çok azı başarılı olur.Başarılı olmak için kişinin yeteneğinin olduğu,başarabileceği alanda bir şeyi istiyor olması
Eğer insanın nesne değil, özne değil; ama kul olduğunu söylüyorsak böylece onu tanımlamış olmuyor şartlarının sınırlarına bir atıfta bulunmuş oluyoruz.
Modern dünya bizden hızlı davranmamızı istiyor. Zihinsel zaman hızlanırken duyguların zamanı kendi yavaş ritmiyle ilerliyor. Zihnin zamanı ile duyguların zamanı arasındaki yarık büyüyor. Görmezden gelinmiş, ihmal edilmiş, işlenmemiş duygular ise bir endişe nöbeti veya iç huzursuzluğu şeklinde bizi yokluyor. Bu endişeden kaçmak için daha çok hızlanıyor, hızlandıkça insanlığımızın dokusunu oluşturan duygularımızdan daha da uzağa düşüyoruz. Ve sonra, ileri yaşlardan geçmişimize baktığımızda kocaman bir boşluk görüyoruz, yapmak uğruna olmayı feda ettiğimiz, sevdiklerimizi yeterince sevmediğimiz, içimizde ifade edilmeyi bekleyen sözcükleri dillendiremediğimiz, sadece bize ait olan bir hikâyeyi söze dökemediğimiz için, varoluşsal bir suçluluk hissine mağlup oluyoruz.
"Acı dolu yaratıklarız hepimiz
Geride asla bırakılmayan pişmanlıklar duruyor,
Gün geçtikçe artıyor bunlar üstelik
Yaralıyor, yoruyor;
Zaman, pişmanlıklarla geçiyor...
Önce keşfedip sonra esiri olduğumuz
O pandül hiç durmaksızın sallanıyor
Tahtadan kutusunun içinde; biz ölüyoruz farkına varmadan
Zaman, yok olmakla geçiyor...
Sevinçler devşiriyor, üzüntüler hapsediyoruz
Derinlerimize; seviyoruz, sevilmiyoruz
Unutuluyor, unutuyoruz
belki günün birinde
Zaman unutmakla geçiyor...
Bizi yiyip bitiren, sonra da tadı bitmiş
Bir sakız gibi toprağa tüküren zamanı
Kusmak geliyor içimizden"
Bu muazzam bir şey! Sadece hayatın bizi zehirleği kadar yaşayabiliyoruz. Ayıldığımız an tüm bunların yanılgı, aptalca bir yanılgı olduğuna şahit oluyoruz.