Sadece çatışmanın işlevsel olması önemli. Yani birisine tepki vermeden önce, o insanın tepki vermeni hak eden bir insan olup olmadığına bakman ve verdiğin tepkinin işe yarama ihtimalini değerlendirmen gerekiyor.
Kitabı bitirdikten sonra aklımda kalan tek şey, bir kadının güçlenmesini mi anlattığı yoksa zaten güçlü bir kadının zorlukları aşarak ne kadar güçlü olduğuyla yüzleşmesini mi ele aldığı oldu. Önce bir kadın olarak, sonra bir insan olarak kendisine hayran kaldım. Kimi insan içindeki gücü bastırır ve kolaya kaçar, kimi ise yüzleşir ve bu güçle yaşar. Kristof tam da bu arketipte bir kadın: bir savaşçı. Hayatındaki zorlukları kolaylıkla aşan fakat şansının da yardımıyla ilerleyen bir sığınmacı. Ülkesinden kaçıp başka bir ülkenin dilini öğrenip tanınan bir yazar olmak kolay değil elbette. Bence bu öncelikle hayatı sevmekle, sonra azim, şans ve kaderin birleşimiyle ortaya çıkıyor. En çarpıcı olan nokta ise bu hikayenin sadece 40 sayfada bu kadar etkili bir şekilde anlatılması; işte gerçek yazarlık budur dedirtiyor. Başkalarının hayatlarını önemsiz görmek yerine, potansiyellerini görmek gerektiğine inanıyorum. Bu kitap, kimseyi küçümsememeyi öğretirken aynı zamanda kendi içimizdeki gücü de görmemizi sağlıyor. Kristof ile ilk tanışmam bu kitapla oldu ve kendisine bayıldım; tanışmayan varsa ısrarla öneriyorum.
Okumaz YazmazAgota Kristof · Can Yayınları · 20231,199 okunma
°•○● İnsan bilincinde önce bunaltıcı ve kıvrandırıcı şüpheler,daha sonra da yeni gerçekler belirir;düşünce ve görüş ayrılıkları,çekişmeler,bölük bölük ayrılıp karşılaşmalar,sınıf savaşları ve devrimler patlak verir
"Rousseau'nun da sonradan fark ettiği gibi, vaktinden önce okuduğu bu romantik kitaplar, "insan yaşamına dair deneyimlerimin ve yürüttüğüm fikirlerin bile kurtulmamı sağlayamadığı tuhaf ve romantik düşünceler edinmeme neden oldu."
dinlediğim podcastte diyor ki: 'tabiatta hiçbir şey acele etmiyor; ay acele etmiyor, güneş acele etmiyor, ama insan aceleci bir varlık, biz acele ettiğimizde ruhlarımız geride kalıyor.' çünkü bir yere vaktinden önce varmak, bir parçanı yolda bırakmak demek aynı zamanda
Etnik kıyımlar bazen bilinçli ya da bilinçsiz, elbette üzüntü verici ama anlaşılabilir ve "insan doğasının özün de var olduğundan" ne olursa olsun kaçınılamaz olan toplu tutku suçları gibi ele alınır... Bu bırakınız öldürsünler tavrı daha önce de çok zararlı sonuçlara yol açmıştır ve sağladığı gerçekçilik bana haksız geliyor. Günümüzde "kabilesel" kimlik kavramının bütün dünyada , üstelik sadece bağnazlar arasında da değil, hâla ağır basması ne yazık ki gerçeğin ta kendisidir...
(Spoiler içerir) Cengiz Aytmatov’un yazdığı Deve Gözü adlı öyküsüne yakından bir göz atalım. Öncelikle Aytmatov’dan kısaca bahsetmek isterim ki öyküyü okuduğumuzda adeta zaman makinasına binmişiz gibi zihnimizde ve yüreğimizde bir anlam kazansın bu öykü. Kırgız soyundan olan Aytmatov hem maddi hem manevi yoksulluğundan ötürüdür ki 4 kardeşine