Hazine avına çıkan sinbad'ın girdiği mağaranın içinde hissetti kendini. Korkunç, sihirli canavarla dolu bir mağaradaydı aslında hayat.
Girmeden önce sen ne kadar aman dikkat et denilmiş olursa olsun, içine girdiğinizde kim olduğunuzu neden orada olduğunuzu unutuyor ve türlü şekillerde size yaklaşan, sizi parayla ,güçle ,sahip olma duygusula, diğerlerinin gözünde yücelme isteğinizden yakalayan canavara kanabiliyordunuk.
Mağaraya girdiğiniz zaman nasıl geçtiğini anlamayacaksın hiç ve cadılar söyledikleri şarkılarla seni uyuşturacak, sevgilinin sesi ile sana seslenip, belki güvendiğin birinin kılığında seni oyalayacak ,kafanı karıştıracak, dememişler miydi tüm o çocukluk filmlerinde mağaraya girmeden hemen önce.
İşte mağaranın içindeydik Tam da söylendiği gibi zaman nasıl geçtiğini anlamadan Yaşar halindeydik, sevdiğimiz şeyler kılığında canavarlar hayatımızı elimizden alırken televizyon programları, sigara uyuşturucu gibi kötü alışkanlıklar, alışveriş terapisi ve saçma sapan sağlıksız yemeklerle uyuşukluğun doruklarında , kesinlikle kendimize değildik. silkelenmeliydik .amacımızdan koparılarak kaybolmuş dikkatimizi toplamalı, yaşam zannettiğimiz bu gerçekliğin aslında geçirmesi gereken bir mağaradan ibaret olduğunu hatırlamalıydık ve neden burada olduğumuza odaklanmalıydık. Ne için gelmiştik bu mağaraya? Cevabını hatırlamalıydık. Yoksa tekrar tekrar girdiğimiz ama bir türlü çıkamadığımız lanetli Bir yoksa tekrar tekrar girdiğimiz ama bir türlü çıkamadığımız lanetli Bir mağaraya dönüşecekti hayat
Makedon bir kıza ölmeden önce, sevgilisinin söylediği türküdür. Makedonya da leyla ile mecnun gibi bilinen bir hikayeymiş bu. Buyrun hikayesi;
Makedonlar çocuklarının sevdiklerinin hristiyan olması şartı ile evlenmelerine izin verirmiş bu onlar için en temel şartmış. Rivayetlere göre ise gencin müslüman oluşu nedeniyle iki aşık evlenemez. Ve genç, sevgilisinin ölümü üzerine bu türküyü dillendirir.
Bu halk türküsünün ortaya çıkışının da Osmanlı dönemine dayanması sebebiyle makedon kızı ile müslüman Türk genci arasındaki aşkı anlattığı rivayet edilir.
"Ben seni bekliyorum oysa, eve gelmeni bekliyorum.
Ama sen gelmiyorsun, canım benim Jovano."
Ben senin en çok sesini sevdim
Buğulu çoğu zaman, taze bir ekmek gibi
Önce aşka çağıran, sonra dinlendiren
Bana her zaman dost, her zaman sevgili
Ben senin en çok ellerini sevdim
Bir pınar serinliğinde, küçücük ve ak pak
Nice güzellikler gördüm yeryüzünde
En güzeli bir sabah ellerinle uyanmak
Ben senin en çok gözlerini sevdim
Kah çocukça mavi,
Romanın Hazırlanması ve Yayını
Bozkurtlar Diriliyor romanının yazımı 15 Nisan 1949'da bitmiştir. Hacaloğlu'nun kitabında 19 Ocak 1946 ile 16 Aralık 1948 tarihleri arasında Atsız'ın sadece sekiz mektubu vardır. Bunların hiçbirinde bu romanı yazdığından bahsetmiyor.
Şüphesiz daha pek çok mektup olmalıdır. Nitekim Hacaloğlu,
Romanın Hazırlanması ve Yayını
Bozkurtlar Diriliyor romanının yazımı 15 Nisan 1949'da bitmiştir. Hacaloğlu'nun kitabında 19 Ocak 1946 ile 16 Aralık 1948 tarihleri arasında Atsız'ın sadece sekiz mektubu vardır. Bunların hiçbirinde bu romanı yazdığından bahsetmiyor.
Şüphesiz daha pek çok mektup olmalıdır. Nitekim Hacaloğlu,
Merhaba! Beni yoktan var eden sevgili. Tanrı sana birşeyler anlatmak istiyorum dinlemek ister misin? Kimseler yokken usulca derdimi dillendirmek istiyorum, yoksa yine birileri çıkıp engel olmasından korkum çok öncelikle korkularımı benden almanı istiyorum. Hazırsan başlamak isterim isteklerim oldu mu bilmiyorum yahut hangi dilden konuşacağım da bilmiyorum ki nasıl anlaşacağımız da bilmiyorum ki neyse bu kadarı kâfi bu arada ben JANYA beni tanıyan çok kimseler yok beni anlayan ve bilen bir tek sen varsın sevgili Tanrı! Şimdi söylediklerimin anlaşıldığın nasıl anlayacağım ki ben bir kadın’ım yaşam döngüsünün en kutsal varlığı yani yer yüzünün tanrıçası bu kadar kutsallık bana emanet edilmişken neden en çok yok sayılan oluyorum ki ben doğanın ve insanlığın kutsallığına saygınlığı neden hiçe sayılsın ki güçlülük eksikliğim var bundan mı toplum dışı sayılmaktayım bana mı bahşedildi namus kavramı oysa ki ben en çok sahip çıkan değilmiyim ya da beni sex objesi olarak mı görüyorlar oysa ki ben herşeyden önce bir anne kutsalığına lakil değilmiydim ben JANYA kimseler bilmez benim hikayemi birileri anlatır mı hiyakemi bir kadın bu kadar kutsallığa sahipken neden katledisin. Sevgili Tanrı hikayemi birileri yazsın...
Ben senin en çok sesini sevdim
Buğulu çoğu zaman, taze bir ekmek gibi
Önce aşka çağıran, sonra dinlendiren
Bana her zaman dost, her zaman sevgili
Ben senin en çok ellerini sevdim
Bir pınar serinliğinde, küçücük ve ak pak
Nice güzellikler gördüm yeryüzünde
En güzeli bir sabah ellerinle uyanmak
Ben senin en çok gözlerini sevdim
Kâh çocukça mavi,
"Aslında benim hayatımı tam anlamıyla iki kısma ayırabiliriz Tesla. Tıpkı milattan önce ve milattan sonra gibi. . . Zira hiçbir fikrin olmasa da sen benim miladım oldun. Senden önce ortalama bir sokak çocuğuydum. Zor ve çekinlen ez bir hayatın içinde diğer çocukların yaşadığı şiddeti, tacizi ve tecavüzü yaşadım.
En pis çöp tenekelerine
'Ya sen nicesin ömrümün varı? Sensiz ne olur, ne olabilir, onu unutmamalıyım oysa. Her adımdan, her düşünden, her düşten önce seni karşıma alır, bakar, sorarım, bunu bilir miydin? Başkaca dövüşemem ki. Yenilmemenin tılsımı...'