Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Ülkemizde tarım ürünleri yetişir. Kuru üzüm ve incir yetişir. Önce ıslak yemişler yetişir. Onları, güneş olan yerlerde kurutarak kuruyemiş yetiştiririz. İngiltere'ye göndeririz, onlar da bize gerçek gönderirler. Gerçek tohumları gönderirler. Biz, o gerçeklerden, kendimize göre gerçekler yetiştirmeye çalışırız. Son yıllarda, kuru üzüm ve incirin yanısıra, köylü de göndermeye başlamışızdır. Bu köylüleri, önce şehirlerde biraz yetiştiririz; tam olgunlaşmadan (yolda bozulmasınlar diye) başka ülkelere göndeririz. Onlar da bize de döviz gönderirler. Halk müziği göndeririz; şoför plağı gönderirler, aranjman gönderirler. Azgelişmişülke göndeririz; yardım gönderirler. Zelzele, toprak kayması, sen felaketi haberleri göndeririz; çadır ve heyet gönderirler. Asker göndeririz; teşekkür gönderirler. Binzorluklayetiştirdiğimizdeğerler göndeririz; dışülkelerdeçalışanyabancılaristatistiği gönderirler. Gerçekinsanlarımızıgöndeririz; bizeoradanmektup gönderirler.
Sayfa 112 - İletişimKitabı okuyor
Sonra her şeyimiz oldu. Yokluğun zenginliğini unuttuğumuzdan, dilimize de bir söz pelesenk oldu, “Ben çok yokluk yaşadım, çocuğum yaşamasın.” Yaşatmadık. İyi bir şey yaptığımızı sandık. Her sabah televizyonu rahatça açmaya başladı evlatlarımız. Kahvaltıya tabletleri eşlik etti. Yolculukta son model telefonlarımızı verdik ellerine korkusuzca. Okula yollarken akıllı saatler taktık kollarına. Tabii çocuğum, dedik. Eksik kalma. Yenisi mi çıkmış o cihazın, hemen alalım. Oyun mu indireceksin, getir şifre gireyim. Çizgi film mi izlemek istiyorsun, sen aç ben mısır patlatıp geleyim. Evlatlarımızın zihinleri makinalar tarafından ele geçirildi böylece. Yavaş yavaş da değil üstelik, gayet hızlı geçirildi ele. Hayal kurma yetileri ellerinden gitti önce. Hepsi aynı karakterden, aynı bebekten, aynı oyundan bahsetmeye başladı. Gözlerini kapattıklarında dün gece izledikleri çizgi film geldi akıllarına. Hayal güçlerinin ardından oyun kurma becerileri yok oldu. “Hadi yavrum azıcık oyna kardeşinle.” diye her seslenişimiz aynı cevapla karşılık buldu, “Ne oynayacağız anne, aklıma hiç oyun gelmiyor.” Nasıl gelmiyor yavrum, diyemedik. Bunca oyuncağın arasında nasıl oynayacak bir oyun bulamıyorsun. Dikiş diken makinan bile var. Düğmesine basınca yürüyen robotun var. Kumandayla çalışan araban var. Nasıl gelmiyor aklına bir oyun? Diyemedik. Bunun yerine iyi o zaman git de televizyon izle azıcık, niye başımda söyleniyorsun sıkıldım diye, dedik. Aferin bize, bu gurur hepimizin .
Reklam
Beklemek, bir şeyin yoluna ve haline girmesini beklemek, beklerken olacak olanın olması için gereken her türlü başka hale geçişlere, kalışlara tahammül etmek ne zor şeydi. Başı da, ortayı da, sonu da bilip beklemek ne tahammülü güç şeydi. Tanrı'nın da yaptığı bu muydu? Baş, orta, son belli, helak kaçınılmaz, ancak önemli olan o zamanı geçirmek, o zamandan geçmek. Ve geldiğinde gelmemiş gibi, bilmemiş gibi, yaşamamış gibi gelmek, rüyayı görüp uyanmak ve "Neyse rüyaymış," demek ve aynı yerden uyumaya devam etmek. Yaşamaya da, ölmeye de yazık. Bu ölüm için yaşamaya, bu yaşamak için ölmeye yazık. Mezarlıklara, servilere, süsenlere, nisan sonunda açan katırtırnaklarına, telaşlı karıncanın adımlarına yazık, mezar taşına konup da bağıran karganın sesine yazık, ölüme ağlayan şaire, yaşam var zanneden filozofun nefesine yazık, şen taklalarla ilk senelerinde koşup zıplayan, ağaçlara tırmanırken seyredilip seyredilmediğini kontrol eden kedinin tırnaklarına yazık, ağdaki balığa, lokantada onu bekleyen anguta, önce ön iki ayağını sonra arkadakileri ovuşturup bu hareketinden büyük kâr ve kisve uman karasineğe yazık, hortumunu sallayan koca file, sanatlı sıçrayışı ile dahi boşluğu dolduramayan yunusa yazık, grafon kâğıdından gelincik ve petunyalara, en pürüzsüz çakıl taşına, kum olmuş zavallıya, sağdan sağdan yürüyen eşeğin inadına, yol kenarlarındaki ısınmış dikenlere, kozalağın içindeki fıstığa, duvara yapışmış yosuna yazık, bu topu binyıllardır çevirip duran sema-i muğlâka, titreyen kanatlara, açılan göğe ve onun katmanlarına, havanın, suyun olduğu, olmadığı yerlere yazık.
Ancak bir çocuk olarak bana yönelttiğin her söz, benim için neredeyse bir Tanrı emriydi, onu asla unutmazdım, dünyayı, özellikle de bizzat seni yargılarken elimdeki en önemli araç olmayı sürdürürdü böylesi sözler ve o noktada sen mutlak bir başarısızlığa uğrardın. Çocukken seninle en çok yemekte birlikte olduğum için, dersinin büyük kısmı yemek
Öğrenciler de öğretmenlerine birçok şey öğretebilirler.
Beşinci sınıftayken sınıf öğretmenim Fahamet Hanım, bir derste Ankara Meydan Savaşı'nda Bayezid'in daha önce geldiğini fakat erkekliğe sığmaz düşüncesiyle Timur'a saldırmadığını anlattı. Ben de "Hocam öyle bir şey yok, daha önce gelen Timur'dur," dedim. "Sen sus, o öyle değil," dedi. Bizim evde Şerafeddin Ali Yezdînin Zafernâme kitabının eski Türkçe bas kısı vardı. Eve gelince ona baktım ve kendi bilgimi teyit ettim. Ertesi gün de okula götürdüm ama ben nereden bileyim hocamın kitabı okuyamayacağını... Ben okuyabildiğim için herkes okuyabilir sanıyordum. Fahamet Hanım, okuyamayınca kitabı alıp attı. Ben de "Cahil karı!" dedim, o zaman da beni sınıftan attı. Arkamdan da çantamı attırmış. Okul müdürü ertesi gün annemi ve babamı çağırıp "Celâl'i okuldan alın, bundan sonrası tatsız olur," demiş. Bu kitaplar, bana bilgili bir insanın her şeyi yapabileceği- ni öğretti. Yeter ki bilgili olalım diye düşündüm. Karakterlerin hepsinin muazzam bir tabiat bilgisi vardı ve her birine hayran oldum. Hepsi insanın nasıl bir tabiat içinde yaşadığını keşfet- mesine olanak sağlayan muhteşem kitaplardır. Yine söyledim kendi kendime: "Ulan böyle bir adam olmak var be! Gittiği her yerde şöyle bir etrafa baktığında ne var ne yok anlamalı insan." İşte bu kitaplar benim ilham kaynağım oldu.
"Çalışanlar için "Maaşlı düşmanlar" derdin, öyleydiler de, ama onlar öyle olmadan önce sen benim gözümde onların"Maaş ödeyen düşmanı"ydın.
Sayfa 24 - İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okuyor
Reklam
Agustosun ilk günleriydi. Ankara birdenbire ve hangi kışkırtmanın sonucu dogdugu bilinmeyen bir propaganda kampanyası ile sarsıldı; alt-üst oldu. ... İstanbul, lngilizlerin cephane ve askerle takviye ettiği bir ordu hazırlamış, yakında harekete geçecekmiş! Korkunçtu bu. Yunan'a kat'i ve indirici yumruğun yakın­ da vurulacagına yalnız kalpleri ile değil, akıllarının bütün gücüyle de inananların bile dünyaları zindan olup çıkmıştı. Önce yalan dediler: lhanetin böylesini tarih kabul etmez, kusardı. Bab-ı Ali o kadar küçülmüş, alçaklaşmış, cifeleşmiş olsa bile, bu eşi görülmemiş alçaklığa alet edebileceği sek­ sen, doksan sütsüz, beyinsiz ve bu türlü cehennemlik bula­mazdı.
OHA BU RESMEN DEVRİM GİBİ BİŞEY
"Sen benimle gelmiyor musun?" Kenji ağzı açık öylece kalakalıyor. Az önce tam olarak ne önerdiğimi biraz geç fark ediyorum ama sorumu geri alamadığım gibi nedenini de açıklayamıyorum. Şu anda bir önemi yok gibi görünüyor. Şu anda bacaklarımı tam olarak hissedemiyorum. Kenji, hakkını yemeyelim, yüzüme gülmüyor. Bunun yerine, ifadesi mikrometrelerce gevşiyor, kara gözleri beni nefret ettiğim o dikkatli şekilde değerlendiriyor. "Evet" diyor sonunda. "Tabii ki seninle geliyorum."
Sayfa 234 - Aaron-KenjiKitabı okudu
Kadın az önce benim yaşam standartıma düşük dedi
"Biliyor musun" diyor Sam düşünceli bir ifadeyle. "Sanırım bu seninle şimdiye kadar yaptığımız en keyifli sohbet olabilir." "O halde standartların çok düşük." "Konu sen olunca, Warner, standartlarım düşük olmak zorunda."
Sayfa 232 - Sam-AaronKitabı okudu
"Seni üzen ne ise, üzüntünü hâlâ derinlere gömüp, üzülmemişsin gibi davrandığın için duygularına sinir şeklinde yansıyor. Sakinleş. Önce kendinle konuş. Bazen insan üzüntüsünü bile yaşamayı öğrenmeli. Anlaşılan sen de öğrenmelisin. Öfkeni başkalarına yansıtınca iyi olmayacaksın. Konuşmak istediğinde buradayım. Seni çekerim. Sinirini, öfkeni çekerim. Sadece iyi ol."
Sayfa 112 - Armoni YayıncılıkKitabı okuyor
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.