Ezelde benim fikrim Ene’l Hak idi zikrim Henüz dahı doğmadan ol Mansûr-ı Bağdâdî Aşk çengine düşenin melâmet olur canı Onun için bed-namdır miskin Yunus’un adı ***
Sayfa 263 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
AKINCILAR ?..
*Gaza kim ettiler Allahu ekber Dediler her nefes Allahu ekber* Aşıkpaşazâde'nin, dillerinden bir nefes dahi Allahu Teâla'yı düşürmeyen ve onun uğrunda gazâdan başka bir iş düşünmeyen yiğit dilâverler diyerek övdüğü Osmanlı akıncıları, hafif süvari birliklerindendir. Temelinin Osman Gazi zamanında Köse Mihal tarafından atıldığı rivayet olunur. Uç
Sayfa 61 - Kartal Kanatlı YiğitlerKitabı okudu
Reklam
Vahdet‐i Vücud ilkesi
İnsan Allah’ın da yardımı ile (ve vahyin öğrettiklerine dayanarak) kendisindeki ilâhî yanı keşfederek nazarî ve amelî kemali elde etmek için büyük bir mücadeleye koyulur. Nefsinin “âdî ve bayağı güçlerini” hâkimiyeti altına alır. Manevî imkân ve kabiliyetlerinin idraki yolunda adım adım ilerler. Sonunda öyle bir kemal noktasına gelir ki, kendisinde ilâhî sıfatların, beşerî imkânların elverdiği seviyede gerçekleştiğini hisseder. O zaman her şeyle ve her şeyin yaratan ile bağlantılı, ilişkili olduğunu fark eder. Hangi kaynaktan geldiğini ve hangi kaynağa döneceğini bilir. Nereye baksa Allah’ın yüzünü” görür. O’nun daimî “huzuru” nda düşünür ve hareket eder. Beşerî irade ile ilâhî irade arasındaki gerilim yok olur. Birinci derecede kâmil insanın gönlü, ikinci derecede ise her şey, ilâhî tecellîye mazhar olur. Artık sûfî her zaman, her şeyde O’nunla olduğunu idrak eder” Kâinattaki, zerreden küreye her mevcud, Allah’ın varlığının ve birliğinin, kâinatla özdeş olmadığının açık bir delilidir. İyi düşünebilen zekâlar bilinenden bilinmeyeni; görülenden görülmeyeni; hissedilebilir kuvvetlerden ana kuvveti keşfedebilir. İnsana düşen, hâşâ Allah’la kâinatı özdeşleştirerek Allah’ı inkâr etmek değil, yaratılışın sırlarını inceleyerek yaratıklardan, Aşkın ve Mutlak Yaratan’ın varlık ve birliğini görmektir.
Memo, Babanı hapse atan iktidarın bakanları, onun şiirlerini okuyup okuyup ağlamışlardır. Babanın hapiste kaldığı uzun yıllar iktidara gelen bakanlar, onun şiirlerini okuyup ağladılar. Anayurdundan kaçmak zorunda bırakılınca Nâzım yurt özlemi çekerken, iktidara gelen bakanlar onun şiirlerini okuyup okuyup ağladılar. Gelecek kuşaklar Nâzım'a zulmeden dedelerinin adlarını bile bilmeyecekler, ama adı dünyada dalgalanan Türk şairiyle övünç duyarak başlarını yukarı kaldıracaklar.
Türk destanlarında "Tunga Alp Er", İran destanlarında "Afrasyab" adı ile tanınan kahramanı, bu büyük Saka devletinin en şevketli devrini ve sukut çağını yaşatan büyük kahramanı olarak kabul ediyoruz. Bu destanın Türk rivayetlerinde Tunga Alp adı ile, Türk hükümdar sülalelerinin büyük atası, onun akraba ve evladı, onun kültü anlatılmaktadır, İran rivayetlerinde de, Afrasyab'ın, İranlılar ile olan maceraları, İran hükümdarı Keyhusrev (Medya hükümdarı Kiyaksares) tarafından yenildikten sonra onun tarafından Tiyanşan'da Kockarbaşı ve Kimekler ülkesi, yani Altaylara kadar takip edilmesi, nihayet Azerbaycan'da Keyhusrev'in eline geçerek öldürülmesi ve kendisinden sonra oğullarının devri anlatılmaktadır.
Sayfa 52
kapısında 1. Yedi adam biri bir gün bir kan gördü gereğini belledi yari alsa koynuna
Reklam
Türk milletinin bu genişleme devresi onun temsil kudretinin arttığına delâlet eder. Bu devir, âdi bir göçebe akınını değil, bir kültür ve ideal taşkınlığını temsil etmektedir. .
Sayfa 610 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Hz. Mevlana
Hz.Mevlânâ, 30 Eylül 1207 tarihinde eski Türk kültür merkezlerinden olan bugün Afganistan sınırları 'içinde yer alan Belh şehrinde dünyaya geldi. Asıl adı Muhammed Celâleddin’dir. Alimlerle dolu bir ailenin çocuğuydu. Büyükbabası Hüseyin Hatibî, yaşadığı devrin büyük bilginlerindendiBabası Bahâeddin Veled 'ıse “Sultânü’l Ulemâ - Alimler Sultânı” diye anılırdı . Sultânü'l Ulemâ, sözünü kimseden sakınmayan dürüst bir linsandı. Okuttuğu derslerinde ve vaazlarında doğru bildiği her şeyi hiç çekinmeden söylerdi. Bu sebeple başta Fahreddin Râzî olmak üzere devrin diğer bîlginleriyle ve Sultan Harezmşah’la arası açıldı. Bu arada meydana gelen kanlı moğol istilâsı da onun Belh şehriyle olan bağlarının kopmasına sebep oldu. 1212-1213 yılı arasında ailesi ve yakın dostları ile beraber Belh’ten ayrıldılar. Hz.Mevlânâ bu esnâda 5-6 yaşlarındaydı.
Kimi tarihçilerin Kubrat ile Hırvat arasında ilgi kurma çabalarını sebep göstermeksizin reddetmesi anlaşılabilir, ama bu bizi bu adı taşıyan bir Türk'ün, ki o dönemde oralarda çokça bulunuyorlardı, veya onun soyunun Orta Avrupa'daki bir kısım Slavları (sonraki Hırvatları) toplayıp, Porphyrogenitus'un dediği gibi Avar bölgesinden geçirerek Balkanlara indirmiş olması düşüncesinden alıkoyamaz. Ve bu Türk'ün ismi, altı kardeşiyle birlikte açık olarak verilmektedir.
Sayfa 142
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.