Sen hala sağırlar ordusuna senfoni mi çalmaktasın? Ne seni hazmedebilen ne de senin hazmedebildiğin bir alemde için sızlıyor biliyorum. İçine bak, imkansız bir şey olmadığını göreceksin.Kapat gözlerini ama aç kendi içinde ...
Onu o olduğu için seversin.
Gülümserkende seversin sinirliykende.
Seni sevindirdiginde de seversin kızdığında'da.
Yanındaykende seversin çok uzaktaykende.
Ellerini tuttuğunda avuç içindeki teri seversin.
Sarıldığında duyduğun huzuru seversin.
Ona baktığın anda göz göze gelmeyi seversin.
Sonu sarılmalarla biten kavgaları seversin.
Kurdugn 'O'nlu hayalleri seversin.
Giysilerinde kalan ten kokusunu seversin.
Hatta onu herşeyden çok sevipte bunu kelimelere dökememeyi seversin.
Onu sevmeyi seversin.
Herşeyde ondan bi parça bulmayı, gittiğin her yere onuda yüreğinide götürmeyi seversin.
Onu kıskanmayı seversin içtigi bi bardak sudan bile.
Öyle seversin. Ama bazen sadece sevmek yetmez işte ...
Odalarımda bir yığın eşya... Sandalyeler, masalar, koltuklar... Hiçbirinin anlamı yokmuş dostların sesi olmayınca. Farkım yokmuş vitrinde beklettiğim bardaklardan. “Fincana kahve koydum gel” şarkısı ne kadar da anlamlıymış. Gelmek ne güzelmiş. Gitmek ne kadar hor kullanılmış...
Sır nedir biliyor musun?' diye soruyor. 'Güven göstergesidir.' diyorum. 'Hayır.' diyor ve ekliyor ''Sır; kendi elinle doldurduğun ve sonrasında da yine sana karşı kullanması için en yakınlarının beline gizlemesi için verdiğin silahtır.''
Babamı kaybettikten sonra yaşamaya devam etmek için iyi bir bahane bulmak, Nazi kampındaki bir Yahudi'ye, cehennemin, dünyadan daha kötü bir yer olduğuna inandırmak gibi bir şeydi.