''Ruhum gizli bir orkestra; bilemediğim çalgılar çalınıyor, kemanlar ve arplar, kudümler ve davullar içimde yankılanıyor. Kendime ancak bir senfoni diyebilirim''
Fellini'nin filmindeki orkestra gibi, anık pek de ses çıkarmayan kemanlarımızı çalarken kulağımız gittikçe yaklaşan bir gümbürtüde.
Bir şeyin yaklaştığını biliyoruz.
Notalarla ilgilenmiyoruz, hep çaldığımız o şarkıyı duymuyoruz, melodiyi kaybettik, o değdiği her yere ışık taşıyan flüt sesleri, viyolonsel soloları, çalanı doruklara taşıyan kreşendolar, yaylılarla nefeslilerin sevişmesi, vurmalıların tempo tutması yok, bir gümbürtü duyuluyor yalnızca.
Kimse gülümsemiyor.
Sadece taşıyana ait acılar da kayboldu, onak bir sıkıntı sardı herkesi.
Gergin ve sinirli, gümbürtüyle yaklaşan kayanın, müziğin ve hayatın ortasına düşmesini, her şeyi tarumar etmesini bekliyoruz.
Bunu ilk bekleyen biz değiliz.
Daha önce bekleyenler de oldu.
Kayanın düştüğünü, düşünce neler olduğunu görenler de.
Boyun eğmem asla sana
Yaksan bile bedenimi
Ben doğarım küllerimden
Gücün varsa durdur beni!
Yine ülkemizde değeri bilinmeyen sanatçımız, Soner Canözer. 2001 yılında kurduğu 'almora' senfonik metal tarzdaki projesidir.
Hatta ve hatta çokça bilinen metal grup -benim de severek dinlediğim- Therion ile de ortak projesi olmuştur. 'Ruler Of Tamag' şarkısında Türk mitolojisinden esintiler bulabilirsiniz.
Ben buraya orkestra versiyonunu bırakıyorum.
Albümün diğer şarkıları da çok güzeller Ben en anlamlı bulduğumu ve sevdiğimi paylaşmak istedim.
open.spotify.com/track/2u0EHIclx...
Kitap okumayı, tıpkı sinemalara gitmeyi, gazeteleri, dergileri karıştırmayı sevdiğim gibi seviyordum. Bunları bir yarar, bir sonuç beklediğim için, ne bileyim, kendimi başkalarından daha üstün, daha bilgili, daha derin sanmak için de yapmıyordum. Hatta diyebilirim ki, kitap kurtluğu bir alçakgönüllülük de öğretmişti bana. Kitapları okumayı seviyordum, ama daha sonra Rıfkı Amca'nın da yaptığını öğrendiğim gibi, kimseye okuduğum kitaplardan söz etmekten hoşlanmıyordum da. Kitaplar, bende bir konuşma dürtüsü uyandırıyorlarsa, daha çok kafamın içinde kendi aralarında yapıyorlardı bu işi. Bazen, o sıralarda üst üste okuduğum kitapların aralarında bir fısıltı tutturduklarını, kafamın içinin de böylece, her köşesinde bir müzik aletinin mırıldandığı bir orkestra çukuruna dönüştüğünü hisseder ve hayata kafamın içindeki bu müzik yüzünden katlandığımı fark ederdim.
«Zaman içerisinde kişinin içinde bir orkestra şefi gelişmeye başlar. Ergenlik de bu orkestra şefinin varlığının ya da yokluğunun en yoğun hissedildiği dönemdir. Ergenlikte hayatın anlamı sorgulanmaya başlanır.»