Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Osman Topaloğlu

Osman Topaloğlu
@osmantopaloglu10
63 okur puanı
Aralık 2018 tarihinde katıldı
The Painted Veil (2006), John Curran
"Hiç kimse söyleyecek bir şeyi olmadığı takdirde konuşmazsa, insanoğlu çok kısa süre içinde iletişim gücünü yitirir."
Reklam
Sığınak
Yaşanmamış anıları inşa ettin belleğine. Yaşanmışlıkların dayanılmaz boşluğunu, tasavvur ettiğin olasılıkların şefkatli kollarına uzanarak doldurdun. Gerçek dünyanın keşmekeşinden sıyrılıp, hülyada dindirdin endişelerini. Asık suratlı hormonların iyilik bekliyor şefkatli ellerinden, "Olmaz" diyorsun onlara; "Farkında olmak iyileştirir." O. Topaloğlu
Der Himmel über Berlin, 1987
Çocuk çocukken bir keresinde yabancı bir yatakta uyandı ve şimdi hep tekrar uyanıyor. Bütün insanlar güzel görünürdü, şimdi ise sadece bazen. Cenneti gözünün önüne getirebiliyordu, şimdi ise tahmin ediyor. Hiçliği düşünemezdi, bugün ise ürküyor.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Der Himmel über Berlin, 1987
Zaten beni bu kadar beceriksiz kılan budur; arzusuzluk.
Der Himmel über Berlin, 1987
Yaşamımı nasıl sürdüreceğim? Belki de asıl sorun bu değildir. Nasıl düşüneceğim?
Reklam
Üç Gün Üç Köyde
Köylerin sisli, puslu, sessiz ve bu topraklara yerleşip mıhalanan soğuk havası, ruha dinginlik veren, vücuda dirlik veren kurtuluşun ezgisini, güçlü ve müsterih bir ses tonu ile söylemen için çağrıda bulundu sana. Ölüden medet ummak. Dilini aramaya başladın köylerde, küçüklüğünde koparılan dilini. Dilini bulmadan söyleyemezdin ya kurtuluşun ezgisini; çığ gibi sorunları tüye çeviren, kemirici kaygıların şiddetli fırtınasından oluşan tozu, dumanı, alt edilemez, üstesinden gelinemez olan karmaşıklığı bir yaz meltemine çeviren, içindeki soyut bir sonbahar sağanağını, içinde yayıldıkça yayılan, kavurucu ve iştahlı yangını kolayca söndürebilecek ölçüde tesirli hale getiren, güçlü düşünceleri içinde barındıran ve bir ilaç gibi vücutta dolaştıran, eriştiren ve kavuşturan kurtuluşun, büyülü ezgisini. Aradın, taradın, kazıdın, eşeledin, bulamadın. Söylesenize büyükler, nereye koydunuz dilimi? Bir zamanlar çok büyüktünüz, büyükler. Hemen önümde mi duruyor yoksa? Bir adım önümde mi? Elimi uzatsam kavuşabilir miyim? Ben mi beceriksizim? Ben mi kalın kafalıyım? Bir şeyler oluyor ve ben mi ders çıkaramıyorum? Yol mu bozuk yoksa ben mi topalım? Bulamadın, çünkü dilin, her zaman olduğu yerde, kurtuluşun ezgisi ise dilinin ucunda. Söyleyemiyorsun, çünkü kurtuluşun ezgisi tiz bir ses gerektirir, maalesef senin sesinin genişliği yetersiz. Aşamıyorsun. Aşamayacaksın. İyileştiğini hissedeceksin, sadece hissedeceksin; süreğen bir düzelişin varlığına dair bir iz bile olmayacak içinde. Osman Topaloğlu
Arzuladığından Kaçma Üstüne
Gecenin ortasında, uykunun ortasında, ani bir kımıltı, işkenceci bir sancıyı doğurdu. Soluğun solgunlaştı, bir çit kondu soluğuna. Alnındaki terler, nemlendirdi huzurla baş koyduğun yastığını. Tek bir hareket, tek bir kımıldanış alevlendirdi ağrını, ürktün, utandın, mahçup oldun, zorba ve alaycı bedenin küçük düşürdü seni, bir hayvan olduğunu anımsattı sana; sancıyı her duyuşunda, varolduğun haykırıldı suratına. Kapana kısılmış bir fareyle kıyasladın kendini, çırpındın, uğundun, kıpraştın. Yakıp yıktı, istila etti zihnini korku; işgal etti, düşürdü akıl kaleni, alaşağı etti muhakeme şövalyelerini; çöktü üstüne kaygı, panik ve dehşetin, barbar, vahşi ve yabanıl tiranı. Uyudun, kaçtın kalenden, gizli bir geçitten sıyrıldın korkunun dehşetinden, geride bıraktın yıpranan ordunu, nam saldı pısırıklığın ve korkaklığın. Osman Topaloğlu
Wild Strawberries, Ingmar Bergman
Bu hayat beni hasta ediyor. Beni, istediğimden bir gün fazla yaşamak sorumluluğuna itilmeye zorlanamam.
Wild Strawberries, Ingmar Bergman
"Bu dünyaya çocuk getirip bizden daha iyi olacaklarını düşünmek saçma."
Fight Club, 1999
Kulaklarınızı açın pislikler. Özel falan değilsiniz. Güzel ve benzersiz bir kar tanesi değilsiniz. Dünyadaki her şey gibi siz de çürüyen organik maddelersiniz.
Reklam
Uyuyan Adam, 1974
Mutsuzluk, üzerine çökmedi, neredeyse usulca sokuldu sana. Titizlikle girdi hayatına, hareketlerine, saatlerine, odana. tavanındaki çatlakları, kırık aynanda gördüğün yüzündeki çizgileri, iskambil desteni ele geçirdi, bir hırsız gibi musluğundan damlayan suya sızdı, her çeyrekte Saint-Roch’un çanıyla birlikte yankılanıyor.
Uyuyan Adam (1974)
Bir şey kırıldı. Bu zamana kadar sana güç verdiğini düşündüğün his: varlığının hissi, dünyaya ait ya da dünyada bulunduğun izlenimi artık senden uzaklaşıyor, artık yok. Geçmişin, bugünün ve geleceğin birbirine karışıyor: Onlar artık sadece kolların ve bacaklarındaki yorgunluk, can sıkıcı migrenin ve Nescafe’nin acılığına dönüştü. Yatak odana dönüşen bu hücre, iki metre doksan santim uzunluğunda, bir metre yetmiş üç santim genişliğindeki, yani beş metrekareden biraz daha geniş olan bu mezbele, saatlerdir, günlerdir kıpırdamadığın bu çatı katı. Uzanamayacağın kadar kısa, dikkat etmeden etrafında dönemeyeceğin kadar dar bir döşeğin üzerinde oturuyorsun. Neredeyse büyülenmiş gözlerle, içinde altı çorap olan kaba bakıyorsun. Bir şey yemeden, okumadan, neredeyse hareket etmeden odanda duruyorsun. Kaba, rafa, dizlerine, kırık aynadaki yansımana, kahve fincanına, elektrik düğmesine gözlerini dikiyorsun. Sokaktan gelen sesleri, damlayan suyu, komşunun çıkardığı sesleri, boğazını temizlemesini, öksürük krizlerini, su ısıtıcısının ıslığını dinliyorsun. Tavanındaki ince çatlağın kavislerini, bir sineğin beyhude zikzaklarını, gölgelerin tahmin edilemez yayılışını izliyorsun. 25 yaşındasın, 29 dişin, üç gömleğin, sekiz çorabın, geçinmek zorunda olduğun aylık 55 Frank’ın, artık okumadığın birkaç kitabın, artık çalmadığın birkaç kasetin var. Başka da bir şey hatırlamak istemiyorsun. Burada oturup, sadece beklemek, bekleyecek bir şeyin kalmayana kadar beklemek istiyorsun.
Farklı olduğumuzu gözlemleyemedikleri için, onların gözünde hep aynıyız.
124 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.