Uyandım birdenbire
Motor mu kuş mu köpek mi silah mı ısık mı bilemiyorum
Parasütüm bitkin ve soluksoluğa
yıllarca sonra dönülmüş bir babaevi sabah
yıllarca aranılmıs ve bulunmus bir yitik esya
gibi hersey
İste dikiş makinası
Sevmeyi özledim biliyor musunuz? Kayıtsız şartsız bir gülüşü. Olur olmaz yerde ağzıma bir öpücüğün konmasını. Bir doğruya sevinmekten çok bir saçmalığa gülümseyebilen hoşgörüyü. ‘Nerde kaldın’ ayazını değil, ‘hoş geldin’ iyiliğini. Hiçbir şeyle yatışmayan yürek telaşını. Kapı zilleriyle telefonlar arasında tükenmeyi. Geceyi bir hayal hazinesine çeviren uykusuzluğu. Bir gövdenin önünde diz çökmeyi. Kendimi severek yürümeyi kalabalıkta. ‘Göğe bakma duraklarını’ özledim. Yağmuru kirpiklerden içmeyi. Yumruk kadar bir yüreğe dünyayı sığdırma hünerini. ‘Sana sevinç verdiğim sürece ben buradayım’ zenginliğini özledim. Otobüs terminallerinin ayrılıkla dönüş karışımı kokusunu özledim. Otel odalarının insanı bir yaprak gibi incelten kederini. Başka kentlere vuran rengini güneşin. Başka sokakların telaşıyla çoğalmayı. Dünyayı yudum yudum aşka çeviren yalnızlığı...
``Telgrafın tellerini kurşunlamalı’’
Öyle değildi bu türkü bilirim
Bir de içime
-Her istasyonda duran sonra tekrar yürüyen-
Bir posta katarı gibi simsiyah dumanlar dökerek
Bazan gelmesi beklenen bazan ansızın çıkagelen
Haberler bilirim mektuplar bilirim.
Gamdan dağlar kurmalıyım
Kayaları kelimeler olan
Kırk ikindi saymalıyım
Kırk gün hüzün
Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
Suların ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim Sayısız penceren vardı bir bir kapattım Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalım
Sevmeyi özledim biliyor musunuz? Kayıtsız şartsız bir gülüşü. Olur olmaz yerde ağzıma bir öpücüğün konmasını. Bir doğruya sevinmekten çok bir saçmalığa gülümseyebilen hoşgörüyü. 'Nerde kaldın' ayazını değil 'hoş geldin' iyiliğini. Hiçbir şeyle yatışmayan yürek telaşını. Kapı zilleriyle telefonlar arasında tükenmeyi. Geceyi bir hayal hazinesine çeviren uykusuzluğu. (...) Kendimi severek yürümeyi kalabalıkta. 'Göğe bakma duraklarını' özledim. Yağmuru kirpiklerinden içmeyi. Yumruk kadar bir yüreğe dünyayı sığdırma hünerini. 'Sana sevinç verdiğim sürece ben buradayım' zenginliğini özledim. Otobüs terminallerinin ayrılıkla dönüş karışımını özledim.
İlk kez bir otobüs şoförü kalabalık bir caddede direksiyon başındayken ansızın kör olduğunda, felaketin sebep olduğu ölüm ve yaralanmalara rağmen insanlar bu olayı çok da önemsememişlerdi, bunun nedeni halkın bu tür olaylara kanıksamış olmasıydı...