G.A.: Anne sevgisinin ulvi ve merhametli tutkusunu bile kabul etmiyorsun öyle mi?
Y.A.: Hayır, o da bu yasanın mutlak kölesidir. Anne, çocuğunu giydirmek için kendisi çıplak kalacaktır; çocuğu yiyebilsin diye kendisi aç kalacaktır; o acı çekmesin diye kendisi eziyet çekecek; o yaşayabilsin diye canını verecektir. Bu fedakârlıklarda bulunmaktan canlı bir haz alır. İşte o ödül için yapar bunları o şahsi onay, o ferahlık, o huzur, o rahatlık için. Aynı ödemeyi alabilecek olsa, bunları senin çocuğun için de yapardı.
-birtakım tarihçilerle şairler, yaptıkları betimlemeleri hep karartarak yapmışlardır. Örneğin Latin tarihçi 'Tacite' her ne kadar imparator 'Titus'ün betimlemesini fazla rötuşlarla güzelleştirmişse de, öyle anlaşılıyor ki 'Tibere'in yüzünü biraz fazla karartmıştır. Bir taraftan efsanenin, bir taraftan da 'Shakespeare'in bir sürü cinayetlerle suçladığı 'Macbeth' gerçekte âdil ve akıllı bir kraldı. Yaşlı kral 'Duncan'ı kahpelikle öldürmüş değildi. 'Duncan' daha gençken büyük bir çatışmada mağlup olarak savaşın ertesi günü "Silahçı dükkânı" denilen bir yerde ölü bulunmuştu. Bu kral, 'Macbeth'in karısı 'Gruchno'nun akrabasından birçok kimseleri öldürtmüştü. Oysa 'Macbeth' İskoçya'yı imar etti ve feraha kavuşturdu; ticareti geliştirdi ve soylulara karşı burjuvazinin koruyucusu, şehirlerin gerçek hükümdarı sayıldı. Ama oymak beyleri onun 'Duncan'ı mağlup etmesini de, sanayii himaye etmesini de bir türlü affetmediler. 'Macbeth' işte bu duruma kurban oldu ve anısı da lekelendi. Bu iyi kalpli kral ölümünden sonra yalnız düşmanlarının kin güden hikâyeleriyle şöhret buldu. "Shakespeare'in dehası, o düşman iftiralarını insanlığın vicdanına kazıdı.
"Cesur filozofları göstersene oğluma. Omurgalı adamların eserlerini okumak istiyor. Cesareti olan, kendi kaderlerini kendileri tayin eden cesur adamlardan bir şeyler öğrenmek istiyor. Biliyor musun, gerçek adamlar onlar işte. Modası geçmiş sınır ve evlilik kurallarına uyum gösterenler değil. Sence de öyle değil mi?"
Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git
Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler.
Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin
Oysa Allah bilir bugün iyi uyanmıştık
Sevgideydi ilk açılışı gözlerimizin sırf onaydı
Bir kuş konmuş parmaklarıma uzun uzun ötmüştü
Bir sevişmek gelmiş bir daha gitmemişti
Yoktu dünlerde evelsi günlerdeki yoksulluğumuz
Sanki hiç olmamıştı
Oysa kalbim işte şuracıkta çarpıyordu
Şurda senin gözlerindeki bakımsız mavi, güzel laflı İstanbullar
Şurda da etin çoğalıyordu dokundukça lafların dünyaların
Öyle düzeltici öyle yerine getiriciydi sevmek
Ki Karaköy köprüsüne yağmur yağarken
Bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti
Çünkü iki kişiydik.
Yolcu nasıl ararsa gideceği yolu
Ben de öyle aradım işte, ovanın düzünde olsun,
Yıldız bile görülmeyen toprağın bağrında olsun;
Geç kaldım gibime geldi çok zaman,
Gözlerim güneşi görsün ışığı boşansın üstüme istedim;
Karanlık yok oluyordu sen ışıyınca,
Ölüleri bile diriltirdi parıltıların...
Sayfa 93 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Öyle işte. Hala biraz soğuk geliyor ama battıkça alışıyorum. Kendimi boşa aldım bayırdan aşağı koşuyorum. Düşüyorum gibi görünüyor olabilir ama bakma aslında uçuyorum. Söylediklerimin hepsini unut, sanki ben biliyorum da mı yaşıyorum Osman?
Hani, uzun süre görüşemediğiniz sevdikleriniz vardır.Onlarla konuşacak çok şeyiniz birikmiştir; ama bir araya geldiğiniz an söze nereden başlayacağınızı bilemez, susar kalırsınız ya.. İşte,öyle bir durgunluk var hepimizde.
Güzel başlayan bazı romanlar ilerledikçe sarpa sarmaya başlar da bir umut okumaya devam edersin ya, hah işte ben öyle yapmayı bıraktım. Neresinde kaldığımı unutmayayım diye değil, tam da neresinde vazgeçtiğimi hatırlayayım diye sayfayı köşesinden katlayıp rafa kaldırıyorum, yani artık istemiyorum Osman.
İnsan aslında karmaşık bir varlık değil. Çoğunluğu zamanın büyük bir bölümünü yaşamak için kullanıyor, geriye kalanı ise, özgür oldukları küçük zaman diliminden öyle korkuyor ki, ondan kurtulmanın her türlü yolunu deniyor. İşte insanın değişmez yazgısı!