Mürebbiye
Anjelik , Fransa'da fahişe bir annenin bilinmeyen babadan peydahladığı bir kadındır. Babası belli değildir. Babasının kim olduğunu bulabilmek için çok çabalamış , hayatını sürekli sorgulamıştır. Annesinin yaptığı meslekten dolayı ona nefret duymaktayken , ergenlik çağına girdikten sonra o da annesi gibi bu bataklığa düşer. Annesinin başına gelenlerin aynısı Anjelik'in başına da gelir. Hamile kalır. Bu çocuğun babasının sevgilisi Mösyö Andre olduğundan emindir. Fakat Andre bunu kabul etmez ve onu başından kovar. Mösyö Bodler'e gider ve ondan çocuğu sahiplenmesini ister. Fakat o da bu duruma sıcak bakmaz.
Zengin bir iş adamı ile sevgili olan Anjelik , onunla birlikte İstanbul'a gider. Sevgilisinin orada yaptığı ticaretten dolayı işi vardır. Anjelik , İstanbul'da bu Fransız sevgilisini aldatır. Bunu öğrenen adam onu kapının önüne koyar. Anjelik'in yolu Dehri Efendi'nin konağına düşer.
Dehri Efendi'nin konağında mürebbiyelik yapmaya başlayan Anjelik'in asıl amacı elbette bu değildir. Kendisi zengin bir koca bulup onunla evlenme amacındadır. Konaktaki herkese bu amaç ile yaklaşmaktadır. Dehri Efendi'nin oğlu Şemi Bey , damadı Sadri Bey ve kardeşi olan Amca Bey ile Mürebbiye Anjelik arasındaki aşk dörtgeni mükemmel bir şekilde anlatılmıştır.
Hüseyin Rahmi Gürpınar , betimlemeleriyle ve kusursuz diliyle o dönemin toplumunun zihniyetini , varlıklı ailelerdeki kast sistemini ve mürebbiyelik konusunu bizlere mükemmel şekilde nakletmiştir. Mükemmel bir eser...
Denton Welch’in kalemiyle geçen yıl ‘Bulutun İçinden Bir Ses’ (A Voice Through a Cloud,1950) adlı otobiyografik eseriyle tanışmıştım. Bir bisiklet kazası sonrası kısmi felç olan Welch’in yaşadığı acılı iyileşme sürecini anlattığı eseri beni çok etkilemişti. Hastane yatağında o derin acılara katlanmak için gözlerini kapatıp düşlere dalmış ve o
Sanoc- Mehmet Teber// Kitap Yorumu
"Sanal Oyun Canavarına Karşı Savaşmak İster Misin?"
Merhaba! Ebeveynlerin çok seveceği bir kitap ile sizlerleyim. Telefon, bilgisayar, oyun bağımlılığı malesef küçük yaşlardan itibaren oluşuyor günümüzde. Çocukların dışarıdaki oyun alanları her geçen gün azalmakta. Popülerleşme adı altında izledikleri
Jack London külliyatını okuyup bitirmeye çalışıyorum. Her kitabını çok sevsem de #martineden #demirökçe nin yeri ayrıdır. Şimdi bunlara #yıldızgezgini de eklendi.
Okurken yazara hayranlığım katlandı ve onunla birlikte gezdim. Jack London bu kitabı yakın arkadaşı #edmorel in hapishane anlatılarından esinlenerek yazmış. Kitabı okuduktan sonra yaptığım araştırmada o zamanlarda San Quentin hapishanesinde gerçekten ceket cezası uygulanmış. Bu muhteşem eseri mutlaka okuyun ve okutturun gönülden tavsiyemdir.
Bir akademisyen meslektaşını öldürerek San Quentin Hapishanesi’ne düşen eski bir profesör, burada yaşam boyu hapis cezasını çekerken maruz kaldığı korkunç işkenceden kaçmak için zihinsel taktikler geliştirir. Acı çeken bedenini terk ederek, tarihin farklı dönemlerinde, farklı coğrafyalarda geçen önceki yaşamlarına geri döndüğü yolculuklara çıkar. JackLondon’ın korkunç San Quentin’de beş yılını geçiren arkadaşı EdMorrell’dan esinlenerek yazdığı Yıldız Gezgini’nin anlatıcısının her bir geçmiş yaşam deneyimi, bağımsız birer öykü olarak da okunabilir. London bu en özgün yapıtında, astral seyahat ve yeniden doğuş çevrimi üzerine kafa yorar. Ancak insanlık durumunun bu dirayetli gözlemcisinin asıl derdi, ABD’nin gaddar ve çürümüş hapishane sistemini gözler önüne sermektir.
Kitap kısa ve çok akıcı.Stephan Sweig-in okuduğum ikinci kitabı.Okunmaya değer ve 1 solukta okunup bitecek bir kitap.Kitabı okurken binbir hiss yaşadım.Bazen çok sinirlendim,bazen amok içmiş gibi olan baş karakterimize çok acıdım ve bazen de onu anlamaya çalıştım.Hayatta bazen inatımızın bizi öldüreceğini bariz şekilde gösteren bir kitap.Karakterimiz baskın bir adam ve karşısına çıkan kadında kendisi kadar baskın karakter.Kendisi bir doktor ve kadın şifa almak için rica etmediğinden onunla adeta yarışa giriyor,arkasına düşüyor.Kadında bunun böyle olduğunu gördükçe rica etmiyor,ölümü tercih ediyor.Böyle...Mutlaka okuyun.
Yalom’a göre ölümü inkar etmek bizim mutluluk anlayışımızı baltalar. Hayatın gerçek anlamı en korktuğumuz şeyle, ölümle yüzleşmekte yatar. Böylece sınırlı olduğunu duyumsadığımız hayatımızın her anını çok daha bilinçli kullanabilir ve bizim için gerçekten önemli olan her neyse onunla ilgilenebiliriz. Ölüm anında “ah keşke”li bir cümle kurmamak için bizim için “asıl” önemli olanın ne olduğunu “şimdiden” görmeliyiz.
