1950-2020 yılları arasında Türkiye'de artan nüfus, yanlış mühendislik ve inşaat uygulamaları, arazi kullanımındaki değişiminin zarar görebilirlik seviyesini arttırması, orman alanlarının tahribi ve bu alanların yerleşime açılması, insanların ekonomik açıdan daha uygun ve kolay yerleşilebilir sahaları tercih etmesi, özellikle taşkın yatakları ve akarsu vadileri gibi alanların seçilmesi sebebiyle meydana gelen taşkınların yıkıcı etkisi ve tahrip gücü daha yüksek olmuştur. Zarar görebilirlik seviyesinin artması, taşkın tehlike ve risk durumunu daha da kritik seviyeye taşıyarak ekonomik ve sosyal, aynı zamanda can kayıplarının oluşmasını kaçınılmaz kılmıştır. Belirtilen yıllar arasında Türkiye'de ölüm ve yaralanmaların çok yüksek olduğu taşkınlar meydana gelmiştir. Bu taşkınlar tek bir bölge ile sınırlı kalmayıp, ülke genelinde birçok ilde yaşanmıştır.
Sayfa 103 - ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ BAŞKANLIĞI YAYINLARIKitabı okudu
Nakşibendiyye’nin ve genel olarak İslâm’a bağlılık ve inancın varlığını sürdürmesi olgusu, birçok batılı araştırma bunun öyle olduğunu ortaya koyuyorsa da, şaşırtıcı değildir. Türklerin İslâm’a bin yıllık bağlılıkları, elli yıllık vasat ve elitist hükümet tarafından unutturulamazdı; Türklerin geleneksel hayatında en önemli unsuru teşkil eden sûfî tarîkatları, yasaklı oluşlarına göğüs gerip zorunlu olarak yaşamaya devam edeceklerdi. Bu devam ediş; bir ‘kimlik bunalımı’nın veya ‘modernizasyonun karmaşıklıkları’na naif ve basit ruhlu kişilerin reaksiyonunun bir sonucu olarak tasavvur edilemez. (Gerçekte, sadece küçük bir polemik mübalağa ile şu savunulabilir: Türkiye’de kültürün laikleştirilmesi esas olarak kültürün vulgarizasyonudur; bu sebeple İslâm’a, özellikle de sûfî tarikatlara bağlılık, çağdaş Türk kültüründe bulunmayan bir zenginlik ve farklılık unsuru sağlamaktadır.) Muayyen sosyo-ekonomik gelişmelerin ikincil bir neticesi olarak da düşünülemez: Sûfî tarîkatları şehirlerde, kasabalarda ve köylerde mevcut olup bu tarîkatların mensupları hem zengin, hem fakir, hem tahsilli, hem de okumamış kesimlere ait olabilmekte ve böylelikle de yüksek derecede parçalanmış bir toplumda birleştirici bir rol ifa etmektedirler. (Farklı sosyal tabakalara mensubiyet olgusuna bazı Nakşibendî gruplarında farkına varılabilir; ancak bir bütün olarak tarikattaki mutlak mensubiyet silsilesi karşısında sınıf analizi teşebbüsleri zorunlu olarak başarısızlıkla sonuçlanacaktır.)
Sayfa 444Kitabı okudu
Reklam
Anadolu’nun Kürt bölgelerindeki sayısız Nakşibendî şeyhi de, tesrileri bölgesel olarak sınırlanmış olan şeyhler kategorisine girer; bununla birlikte bunlardan bazıları Türkiye sınırları dışındaki Kürt sahalarında dikkate değer bir şöhret kazanmıştır. Bunlardan özellikle önemli olanları, Şeyh Ziyâeddîn Nurşinî (Hazret-i Nurşin) ve neslinden gelen
Sayfa 441Kitabı okudu
Tanrı’nın Gölgesi, Osmanlı gücünün küresel etkisinin izini sürerek eski ve yeni dünyanın şeklinin belirlenmesinde İslam’ın ve Osmanlı İmparatorluğu’nun rolünü anlatıyor ve yenilikçi, hatta devrimci bir açıklama sunuyor. Son beş asırdır bu hikâyenin asıl kısmı profesyonel tarihçiler ve sıradan okurlar tarafından inkâr edildi veya görmezden gelindi.
☆Orhan Pamuk - Kar☆
Türkiye’de, özellikle Batman’da ama genelde bütün yerleşim birimlerinde kadınların intihar etmesi (çoğunlukla da cinayetlerin intihar olarak gösterilmesi), intihara zorlanması, bu da olmuyorsa aile bireyleri tarafından açıkça öldürülmesi neredeyse her gün görülen bir olgudur. Töre, bedenine sahip çıkan kadını “fazla sık” banyo yaptı diye bile
Sayfa 133 - Ağustos 2020 - Notos Kitap
Türkiye’de egemen tarih anlayışı, Kurtuluş Savaşı’nı esas olarak bir “Toprak ve Sınır Savaşı” olarak ele alır. Bu bakışı kabaca şöyle özetleyebiliriz: “1918-1923 arasında yaşananlar, Birinci Cihan Harbi sonunda, elinde kalan son toprak parçasını korumak isteyen Türkler ile bu topraklan aralarında paylaşmak isteyen diğer uluslar arasındaki bir savaştı. Biz Türkler, esas olarak, 1918 Mondros silah bırakışması antlaşmasıyla belirlenmiş, daha sonra “Misak-ı Millî” olarak ilan ettiğimiz topraklan ve sınırlan korumak istedik. Buna karşı, Ermeni, Yunan, Kürt gibi diğer uluslar ise, özellikle İngilizlerin desteğiyle, kendi ulusal devletlerini kurmak ve Anadolu’yu, İngiliz, Fransız ve İtalyanlarla anlaşarak aralarında paylaşmak istediler.” Bu bakış açısıyla ele alınan tarih anlayışını sembolize eden iki önemli antlaşma Sevr ve Lozan’dır.
Sayfa 51
Reklam
353 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.