"Abbasiler, Emevilerin Arap milliyetçisi tutumuna bir son vererek, Farisiler ve Türkler gibi Arap olmayan Müslümanların önemli mevkilere gelmelerine izin verdiler. Böylece, İslam âleminde önemli birtakım değişiklikler yaşandı."
Sayfa 123 - pdfKitabı okudu
"Gelgelelim, Hıristiyanlık tarihinin belli bir noktasında, akılcı görüş, İslam dünyasındaki durumun tam aksine, daha hâkim bir konuma yükseldi. Hatta denebilir ki akıl meşalesi, bir medeniyetten ötekine geçti. İbn Rüşd’ün dinin akılcı yönüne dair yaptığı savunma, İslam âleminde sınırlı yankı bulurken, Hıristiyan düşünür Thomas Aquinas üzerinde daha etkili oldu. Thomas da felsefe, bilim ve din arasında yaptığı sentezle Batı dünyasında modernliğin kapılarını açtı. Öte yandan Farabi’nin ta 10. yüzyılda tasavvur ettiği bireyin hak ve özgürlüklerini güvence altına alan demokratik devlet fikri, önce Batı’da vücut buldu.Kısacası, akıl ve özgürlük Hıristiyan dünyasında bu şekilde gelişirken, İslam topraklarında durakladı, hatta geriledi."
Sayfa 142 - pdfKitabı okudu
Reklam
"Harici olarak bilinen bu insanlar, Arabistan çöllerinin göçebe bedevileriydi; yani, uzun bir tarihsel süreçte çöl ortamının sert koşullarına uyum çabasıyla şekillenmiş bir kültürün parçasıydılar. Bu çöl kültürünün ana unsurları “cesaret, yiğitlik, güç, canlılık, çatışma, silah kullanmada ustalık ve silaha bağlılık, mertlik, gurur, rekabet, meydan okuma, kahramanlık ve sıkıntıya katlanma gibi değerlerin yüceltilmesiydi.” Başka bir ifadeyle, bedevi hayat tarzı “baskın ve savaşlardan başka bir şey değildi.”
Sayfa 145 - pdfKitabı okudu
"...merhamet ve sevgi İslam’ın temel değerlerinden olmasına rağmen, Bedeviler bu mesajı içselleştirmeye pek yatkın değildi. Nitekim, Kur’an peygamberi bu konuda açıkça uyarıyordu: “Çöl Arapları, inkâr ve nifak bakımından daha şiddetlidir. Allah’ın elçisine indirdiği sınırları bilmemeye de onlar daha ‘yatkın ve elverişli’dir.” Bu, elbette “çöl Arapları”nın Müslüman olmadıkları anlamına gelmiyordu. İslam’a girmişlerdi; ama katı ve haşin tabiatlarını da İslam’ın içine getirmişlerdi ki, bu Harici militanlığı olarak temayüz ediyordu. Haricilerin yaygın bir özelliği militanlık ise, bir diğeri de kolektivist zihniyetleriydi ki, bu da, İslam öncesi dönemden taşıyıp getirdikleri kabileciliğin bir yansımasıydı. Montgomery Watt’ın tabiriyle, İslam’a girdikten sonra, kabile ya da klana benzer küçük gruplar oluşturdular, çünkü “daha önce içinde yaşadıkları kapalı grupları bu defa İslami bir temelde yeniden canlandırmayı deniyorlardı.” Kendilerine “Ehl-i Cennet”, diğer Müslümanlara “Ehl-i Cehennem” demeleri de, İslam öncesi Bedevi inancına uygun şekilde, bireysel hayatın ancak dışa kapalı bir topluluk içinde anlam kazanmasının ifadesiydi."
Sayfa 146 - pdfKitabı okudu
"Ebu Hanife, yaşadığı kentte Yunanlılar, Hintliler, İranlılar ve Araplarla iç içeydi; böylece birçok düşünce akımının yanı sıra çok farklı kültürlerle tanışmıştı. ... Ateist ve materyalist görüşe sahip Dehriler de dahil olmak üzere, farklı ekollerin temsilcileriyle çeşitli dini konularda münazaralar yapmak üzere Basra’ya dahi gitmişti. ... Bu özellikler, onun düşüncesi üzerinde, tıpkı ticaretle sürekli ilgisinde olduğu gibi, damga vurdu. [Dolayısıyla] Ebu Hanife’nin hukuk anlayışı, doğrudan doğruya, geleneklerin, ticaretin ve iktisadi pratiklerin realiteleri ve insanların çıkarları gibi çok farklı faktörler arasında şekillendi. Bu yüzden, onun [dini] metinleri okuma tarzı, doğal olarak, insanların gündelik hayatının gereklilikleri çerçevesinde biçimlenmiştir."
Sayfa 148 - pdfKitabı okudu
"Akılcılar, ticaretin yarattığı dinamizm sayesinde, farklı fikirlere açılan şehirli kozmopolitlerin İslam’ını temsil ediyordu. Gelenekçiler ise daha içine kapalı bir dünyada yaşayanların İslam’ını temsil etmekteydi. Her iki cephe de samimiyetle dindar olan insanlardan oluşuyordu; sadece içinden dünyaya baktıkları zihniyet farklıydı."
Sayfa 149 - pdfKitabı okudu
Reklam
"O dönemde Avrupa’daki dini tartışmalardan biri hoşgörü meselesiydi ve en hoşgörülü görüşler, “meslek icabı çoğulculuğun faydalarını bilen” tüccarlardan gelmekteydi. Bilhassa Hollanda Cumhuriyeti’nde, “ekonomik dinamizm, zenginlik ve hoşgörünün ikiz kardeş gibi görüldüğü yeni bir anlayış” doğmasına yardım etmişti. Bu ekonomik dinamizm, sanat, bilim ve felsefenin yanı sıra dini düşüncelerde değişikliklere yol açarak, Batı’da demokrasiyi ortaya çıkardı, özgürlüğü genişletti."
Sayfa 150 - pdfKitabı okudu
"Amerikalı bir akademisyen, 1924 yılında “Kur’an, İslam’da muhafazakârlaştırıcı bir kuvvet değildir” dedikten sonra şöyle yazmıştı: O muhafazakârlaştırıcı kuvvet, Müslüman’ın Kur’an’a ve genelde her şeye karşı olan tutumudur. Hatta denebilir ki, asıl muhafazakârlaştırıcı kuvvet, “insan zihninden daha güvenilir ve bel bağlanabilir” bir faktör olan çöldür ki, orada asırlar gelip geçerken, ırklar, âdetler ve dinler değişmez, sanki bir antika müzesi gibi hep aynı kalır."
Sayfa 156 - pdfKitabı okudu
"Bu arada, çölün sadece kaderciliği ve her türlü “yeniliği” nahoş karşılayan aşırı bir muhafazakârlığı değil, aynı zamanda “nüanslara ve alegoriye yer vermeyen katı bir dili” ve hatta “estetik yoksunluğunu” ürettiğini de söyleyelim. Bu kültürün temsilcilerinin “ne mimari anlamında, ne resim anlamında, ne müzik anlamında ne de diğer sanat dallarında dişe dokunur bir ürün ortaya koyamaması” bir rastlantı değildir."
Sayfa 157 - pdfKitabı okudu
"Özetle, Avrupa’nın bereketli ve engebeli coğrafyası özgürlüğün gelişmesine yardım ederken, Ortadoğu’nın kurak ve düz coğrafyası, Karl Marx’ın “Oryantal Despotizm” Max Weber’in ise “Patrimonyalizm” veya “Sultanizm” dediği sistemi doğurdu. Bu sistemin özü, tüm siyasi gücün tek bir merkezde ve tek bir liderde toplanması ve “adem-i merkeziyet”in esamesinin okunmamasıydı. Doğu’nun Rusya ve Çin gibi gayrımüslim ülkelerinde de hâkimiyet kurmuş olan bu otoriter sistem, hiç kuşkusuz İslam’dan içinden çıkıp gelmemişti. Ama zaten var olan bu sistem ve onun siyasi kültürü, İslam’ın içine sızdı."
Sayfa 160 - pdfKitabı okudu
265 öğeden 171 ile 180 arasındakiler gösteriliyor.