Ben’lik kavramının Biz’liğe uzanan yolculuğunda dikkat edilmesi gerekenlerin üstünde önemle duran, mutlu bir evlilik için Biz değerlerinin yaşaması, yaşatılması gerektiğini vurgulayan, sevginin büyüyüp gelişebilecek bir kudrete sahipken yok olmasına olanak sağlayacak kadar da nahif ve kırılgan olduğunun farkına vardıran, empatinin, değerlerin karşılıklı özümsenmesinin, daha iyisi için gayret ederken elimizde olanlara şükredecek tevazunun önemi üstünde duran, gerçek yaşam öykülerinin paylaşılmasıyla farkındalığı pekiştiren ve esasen sosyal bir çalışma gerçekleştiren bir yapıt.
Sadece evlenmeden önce değil, evlendikten sonra bile birçok kişinin faydalanacağı tavsiyelere sahip. İnsanın büyüdüğü ortamın, çocukluğunu nasıl geçirdiğinin, her şeyden önce kendisini ne kadar tanıdığının ve sevdiğinin evlilik üstündeki etkisini anlatmış. Doğan hocamın diğer tüm kitapları gibi çok değerli. Kitapta geçen bir sözü unutmadan paylaşalım: “Sevdiğinin yüreğine aşık olanın sevdası bitmez.” Bu kitabı yüreğine aşık olduğum kadın hayatımdayken, onu düşünerek okumak ise hayatımdaki güzel şanslardan biridir.
Kitabın yayım tarihinden sonra anadolu topraklarında taze yaşadığımız bir deprem felaketi mevcut. Covid döneminin etkisiyle yazılmış olduğunu sezdiren (salgın ve aşı hakkındaki komplolar) kitabın içinde de aynı topraklarda geçen büyük depremlerin yaşanması kronolojik açıdan ilginç bir tesadüf olmuş…
Aydınlığın kıymetini bilmek için karanlığa dokunmak. Bilim kurgu lâkin bir o kadar da gerçek. Ustalık işi bir harmanlama. Yazarın daha önce de
İkinci Kıyamet kitaplarını severek okumuştum. Bu romanını da ve özellikle kurgusunu çok beğendim. Okuyucuyu sürekli bir merak içinde bırakarak ilerleyen olay örgüsü ve kullanılan işlek dil sayesinde akıcılığı yerinde bir eser olmuş. Yeni eserlerini de heyecanla bekliyorum.
O kadar çok methedilince merak edip okumaya başladığım fakat bir çırpıda bitiremediğim bir kitap oldu. Kişisel gelişim kitapları arasında “şunu yaparsan kesin olur” tarzı yaklaşımları sevmiyorum ve bazı bölümlerde bu yaklaşım mevcuttu. Davranışların ve alışkanlıkların birbirine entegre olduğu, alışkanlıklara hükmederek (sürdürülebilir hale getirerek) hayatımızı nasıl değiştirebileceğimiz çok geniş bir çerçeveden, örneklerle ve uygulamalarla anlatılıyor. Konuyu ele alış şekli güzel olsa da aktarım biçimi ne yazık ki bana hitap etmedi. Elbet faydasını gören okuyanlar olmuştur fakat ben oldukça sıkıldım.
Bir toplumun sosyo-kültürel yapısının söz konusu henüz işlenmemiş ancak işlenecek olan bir cinayetin bilinmesine rağmen önlem alınmasında ve/veya gösterilecek tepkide ne kadar önemli olduğunu gözler önüne seren bir yapıt. Vahim ülkemin içinde bulunduğu göç dalgasından dolayı endişelerimi tetiklese de umut her zaman bizimle. Özellikle 2022’nin son gününde yazıyorum ki ileride dönüp baktığımda yaşadığım duygular dünkü gibi taze bir şekilde aklıma konsun.
Yazar, sessiz kalmanın, görüp de duymamanın ağırlığını okuyucuyu da yanına alarak sonuna kadar hissettirdi. Önyargıların bir hayata bedel olabileceğini de şu cümlesiyle hafızalara kazıdı: “Bana bir önyargı verin, dünyayı yerinden oynatayım!”. Toplumun bir suçun işlenmesinde ne kadar etkisi olabilir diye sorgulatması güzel bir ayrıntıydı. Hatta ayrıntıdan ziyade temelinde vermek istediği bu mesajı bir namus davası konusunu işleyerek ele almasıydı.
Her toplumda kim bilir kitaptaki kahraman Santiago Nasar gibi kaç kişi var. Herkesin bildiği bir sır(!) misali ölümüne seyirci kaldığımız ya da öleceğine ihtimal vermeyip kılımızı kıpırdatmadığımız. “Beni öldürdüler Wene hala” diye kimbilir kaç masumun sesi çıktı dudaklarından son sözü olarak. Önyargıların karşısında durmanın temeli empati kurmak diye düşünüyorum. Umarım aynı empatiyi toplum bilincine de aşina edebiliriz.
Uzun süre ara verip geri başladıktan sonra bitirebildiğim, 1894 yılında yazılsa da geçerliliğini yitirmemiş bir eser. Günümüz nihilizmine karşı duran öğretileri yüzyıldan fazla süre önce öngörüp bize seslenmesi bile başlı başına bir tebrik sebebi. Asıl sıkıcı hayatın hedonist bir yaşamın nedeni olduğunu vurgulayan, hayatın sürekli bir gelişim ve eğitim içinde ilerlerken irademizi terbiye edip kendimizi disipline etme yolunda olmamız gerektiğini savunan fazlasıyla verimli olabilecek bir kitap. Geçerliliğini yitirmiş önermeleri de yok değil fakat her zaman bir şeyler alınabilir.
Bunlar olumlu yanlarıydı. Peki olumsuz tarafı yok mu? Olmaz mı tabii var. Mesela insanı insan yapan bence hataları, zaaflarıdır. Bunlara karşı yazarın çok sert duruşu var. Sanki hiç hata yapılmamasını savunan bir felsefe. Ben de hata yapmaktan nefret ederim fakat insan yeri gelir en güzel dersi, öğretiyi hatasından alır. İnsan hayatını bir bütün olarak doğru ve yanlışlarıyla ele alması daha anlamlı olurdu.
Bir çırpıda bitirdiğim bir polisiye roman. 10 kişinin teker teker öldüğü bir adada katilin kim olduğunu bulmaya çalışıyorsunuz. Beni sürekli ters köşe yaptığı için bir an önce bitirip gerçeği öğrenmek istedim. Bu tarz kitapların arada mola niyetine okunması gerektiğini düşünüyorum. Özellikle son okuduğum Mai ve Siyah’tan sonra dili ve anlatımı yalın bir ara romana ihtiyacım vardı.
Polisiye severler için Agatha Christie’nin kalemini ve kurgusunu anlatmaya gerek yok sanıyorum. Şimdi sıra filmini izlemekte. Ayrıca araştırırken öğrendim ki Ediz Hun’un oynadığı bir tiyatro oyunu da varmış. Yakın zamanda ona da bilet alınmalı.