Kanaatkârlık erdemine erişmek için şükür duygusuna sahip olmak ve başkasında olanı da kıskanmamak gerekmektedir. Osmanlı insanı, bu tür bir ahlâkî güzelliği muhtemelen âlim hocalardan nasihat olarak dinlendiği gibi şairlerin dilinden de okuyordu.
Sair aylar gibi ramazan, öylesine bir anda çıkagelmez; gölgesi haftalar öncesinden üzerimize düşer. Yaklaşır, yaklaşır... Yaklaştığını da bariz bir şekilde hissettirir; böylece sizi kendisine fiziki ve ruhi olarak hazırlar.
Zekât, serveti zenginlerin elindeki bir güç olmaktan çıkarıp fakir ve muhtaçların da istifadesine sunarak ihtiyaç sahiplerini sevindirdiği gibi; insanların alım güçlerini artırıp ekonomik hayatı canlandırır; dolayısıyla mal ve hizmet üretimini teşvik ederek istihdama olumlu katkı sağlar. Piyasadan çekilmiş olan mal ve serveti yeniden ekonomiye kazandırır.
Huzur ve güvenin yürekleri kuşattığı, rahmet ve merhametin dalga dalga yayıldığı, adalet ve hakkaniyetin vazgeçilmez değer olduğu, muhabbetin bir bahar iklimi gibi her yerden hissedildiği bir toplum ve dünya elbette mümkündür.
Mümin başkasının hayatına iyilik ve güzellik kattığında huzur bulan, paylaştıkça nimetin lezzetini duyan, infakın arınmak ve bereket olduğunun farkında olan insandır.
İç dünyamızda bulunan ve şeytanın bir ayartma aracı olarak kullandığı cimrilik duygusuna karşı bizlerin "infak" yeleği ile düze çıkmamız ve kurtulmamız mümkündür.