Aman bir fenalık geldi a dostlar. Suphi seni sokakta görsem yön değiştiririm. Hak ettin paşam. Hak ettin.
Çok genç yaşta kaybettiğimiz Nabizade Nazım yazarımızın kısa ama gönül yoran eseridir. Arz ederim. Aslında bu kadar aşk ve ihtiras temelli roman sevmem fakat o kadar güzel aktarmış ki karakterlerin duygu ve ruh hallerini bir yerde dönüp bu Stefan Zweig değil mi diyecektim az kalsın. Hep diyorum, bizim kendi ulusal yazınımızda da cevherler var ama merkeze aldığımız çeviri edebiyatın kurbanı oluyoruz.
Roman, Suphi kişisinin Zehra isminde son derece haşin ve kıskanç bir kadınla evliliği ve bu vesveselerle dolu dünyadaki zayıflıklarını konu alıyor. Baştan sona hasta ve saplantılı insanlarla dolu bir yere giriyoruz. Bitene kadar çıkamıyoruz, daralıyor, boğuluyor ve yoruluyoruz. Kıskançlık, hasetlik ve kibirin insanları sürüklediği yeri takip ettiğimiz bir labirent sanki bu roman.
Neyi sevmedim? Çok hızlı konu atlıyor bazı sayfalar ve bugünden bakınca klişe diyeceğimiz yerler var. Bazı betimlemeler bence gereksiz. E tabi bu da, o dönem yazarlarımızın dünya yazınından örnek alıp betimleme yaratma duygusundan kaynaklı olabilir.
Toplumcu eserlere olan sevdadan ayrı bir yerde durmasına rağmen kitabı sevdim. Allah rahmet eylesin kısa ömrüne güzel kaleme alınmış bir eser bırakmış Nabizade Nazım. Bence bu roman en az Stefan Zweig'in Korku ve Yakıcı Sır'ı kadar güzel. En az mı? En az. Yaşasın Ulusal Yazın!
#bookstagram #nabizadenazım #zehra