Cengiz Aytmatov okumayı seviyorum.
Kitaba dair beni en çok memnun bırakan şey bozkırı okumak oldu. Orta Asya’nın bozkırlarında, Kırgızistan-Kazakistan sınır köylerinde gezmiş biri olarak, o anılarıma geri döndüm. Bozkır o kadar güzel betimlenmiş ki, insanın çay kenarında dinlenesi geliyor okurken. Kavakların sararmış yaprakları arasında kaybolsam, âh.
Kitabın hikayesine dönecek olursak:
Cemile, 2. dünya savaşı esnasında Kırgızistan’da geçen bir yasak aşk öyküsü. Cemile’nin 14 yaşındaki kaynı, küçük Seyit’in gözünden şahit oluyoruz olaylara. Abisi savaşta olduğu için yengesi ile çuval taşıma görevini üstlenir, bu esnada filizlenen bir aşk hikayesine yakınen şahit olur.
Bu öyküde, savaşın getirdiği zorluklar ile herkesin boynu bükük iken, gücünden ve neşesinden hiçbir şey kaybetmeyen Cemile’yi okuyoruz. Herkese meydan okuyan hayat dolu bu kadından etkilenmemek mümkün değil. Bunun yanı sıra, öksüz, savaş gazisi ve dünyada yapayalnız olan Danyar’ın yanık sesini okuyoruz. Yalnızlığını, garipliğini okuyoruz. Bu iki gencin farkında bile olmadan sevdaya kapıldıklarını okuyoruz.
Aytmatov’un kalemi çok akıcı, dili edebi. Seviyorum. Hikaye beni pek etkilemese de, bu usta kalemden çıkan her hikayeyi okur, severim.