"Eşref Selim'in evinde koca bir çini soba vardı, güzün yanınca üzerine limon portakal kabukları koymuşlardı. Kızıl bir alev yanar da yanardı içerde. Yüreğim o ateşle severdi insanları ve ben böyle ayrı, böyle terk edilmiş..."
Hepimiz bir yolun yolcusuyuz bu hayatta sonsuz diye bir şey yok sevdiğimiz insanlar değer verdiğimiz ögeler veya o hepimizin hatırladığı bi pazar gecesi sobanın üstünde demlenen çay o çaydanlığın etrafına koku çıkarsın diye koyduğumuz portakal kabukları o kardeşimizle son kalan bisküvi için etiğimiz tatlı kavgalar hepsi son buldu şu an en son ne zaman bisküvi yedim onu bile hatırlamıyorum zaten tadı da pek eskisi gibi de değil çünkü bizim özlediğimiz o bi bisküvi değil o yaşanılan eski günlerdi çok insan kaybettik kimini yaşadığı halde kimini ağlayarak toprağa verdik her giden anı her giden insan bi yara bıraktı kalbimizde gün gelicek anemiz babamız dahi olmayacak yanımızda her geçen gün eskiyi hiraz daha özlüyorum eski aşklarımı eski anılarımı ama acımasızca geçerken zaman hayatın ne kadar boş olduğunu anlıyorum ve o yüzden yalan geliyor bana bu dünya işte o yüzfen hayattan zevk almuyorum biliyoröusun çünkü her yaşadığım mutluluğun geride bir anı olarak kalacak olmasını bilmek yoruyor yüreğimizi aslında ölmek çok güzel bir şey çünkü bütün dert ve tasalarımız bir anda yok olup gider insan oğlu doyumsuzdur ne kadar iyi olursa olsun hep bir parça daha koparmanın derdinde hepimiz öyleyiz ama artık bana giç bir şey eskisi gibi tad vermiyor okuldan kaçmakarımız lise anılarımızı çok özlüyoruz ama gün gelicek çoluğa çocuğa karşınca da bu günleri özleyeceğiz nasıl beraber iken doya doya eğlenip içimizden hiç bitmemesini istiyoruz ya o günlerde her şey gibi özlemlerin arasında kaybolacak özlemek kalbi çok yoruyor işte o yüzden bu kahır ve özlem dolu bu dünyanın bir an önce geçip gitmesi dileği ile
Portakallar yendiği zaman kabukları atılmaz, çuvalda biriktirilir ve kışın sobada yakılırdı. Kabuklar yakılınca odaya portakal kokusu yayılır, soba çatırtıları arasında artan mis koku evin sıcak sohbetine eşlik ederdi.
sobanın üstündeki bakır güğümün sesine uyandım
sonraları uyku tutmadı bir daha
yedi yaşındaydım evimizin karşısı mezarlık
mandalina kabukları kururdu sobanın kapağında
karanlıktan korkardım allah'la ilgili şeylerden
bazılarıyla ilgili sözcükler olmadığını o zaman anladım
ölüler gerçek değildi, memurlar ciddi ve mutsuzdu
kırmızı kramponlarla kuran kursuna gidebilirdiniz
görevim sözcükleri ait olduğu şeye ulaştırmaktı
yazmayı hep biliyordum sanki, okumayı geç öğrendim
mataramdaki portakal suyunu döküp gazoz koyardım
bazı sabahlar çok soğuk olurdu yol
çingeneleri düşünürdüm
ateşi kimin bulduğunu
ve kalın yün çoraplar satan dedemi
kuşluk vakti tezgahı kurduktan sonra buğulu camları
çorbacıda ağzı yakan tavuk suyu, pembe yumuk yumuk elleri