Dün, İstanbul Gelişim Üniversitesi Dil, Düşünce ve Edebiyat Kulübü'nün davetlisi olarak ikinci öykü kitabım
Modern Soslu Postmodern Makarna üzerinden yazarın tasarım dünyası, postmodernist anlatım teknikleri ve akımlar hakkında konuştum. Söyleşi sırasında güzel sorularıyla katkı sağlayan, gözleri ışıl ışıl parlayan öğrenciler, edebiyatımızın geleceği adına bana umut verdi.
" Her ne olacaksa zaten olması gerekiyor demektir. Hani takvimde önceden haber verilmiş şeyler gibi. "
Bir kitap daha biter ve bi karakter daha unutulmayanlar listeme eklenir. Hoşça kal nevi şahsına münhasır doktorcum...
Gabo'nun bir kitabını yine zevkle okudum. Marquez'in romanını bitirdikten sonra karakterler hep belleğimde yer edinir, adeta orda usul usul yaşamaya devam eder. Aynı duyguya bir kez daha kapıldım.
Roman, bir çarşamba günü intihar eder doktorun defin işlemleri için geçen kısacık bir saati anlatıyor. Cenazeyi kaldırmaya gelen Albay, kızı ve torununun gözünden olaylar anlatılır. Büyülü gerçekçilik ve postmodern unsurların etkisiyle geçmiş ve şimdiki zaman içi içe geçiyor. Okuyucu olarak belki kopmalar yaşanabilirsiniz fakat Gabo'nun kitaplarını daha önce okuduysanız bu durum size aşina gelecektir.
Kitabın ismi dikkatimi çekiyor. Yaprak Fırtınası, Macondo'ya gelen muz şirketinin ardında bıraktığı keşmekeşe işaret ediyor. Kasabadan bir şekilde gidenlerin ardından halkın tepkisi daha doğrusu tepkisizliğini görüyoruz. İnsanlar bu şirketten ve bir de doktordan nefret eder fakat bu nefreti bile dile getirecek bir tepkide bulunmazlar. Marquez burda okuyucuya seslenir : " Her şey bir kehanetin kendiliğinden ve zincirleme bir şekilde gerçekleşmesine boyun eğer gibi görünüyordu."
Kitabı çok beğendim, tavsiye ederim.
Yaprak FırtınasıGabriel Garcia Marquez · Can Yayınları · 20193,529 okunma
“…İnsanlarla birlikte bulunma alışkanlığı da kayboluyordu. Beni bile görmek istemediğini seziyordum. Kitaplarla yaşamanın dışında hiç bir ilgisi kalmamış gibiydi.”
Baş döndürücü bir kitaptı. Postmodernizmi tak anlayamasam da bu kitapla beraber kesinlike böyle bir tür olduğuna kanaat getirdim. Mitolojiyi üst kurmaca olarak kullanan yazar ara ara anlatımı bölüp ne yapmaya çalıştığı ile ilgili de bize bilgi veriyor yazınında. Kitap ile ilgili İnceleme yazısı okunup öyle baslanabilir ya da kitabı okuduiktan sonra kitap hakkında incelemeler okunabilir dinlenebilir böylece kitap bu şekilde daha açıklığa kavusmus olacaktır
“Ekoturizm süreci doğal dünyayı turist tarafından satın alınabilen, keyifle tüketilebilen objeler olarak parçalara ayırıp yeniden kurgulamaktaydı. Etnik gruplar doğa manzarasının arka planında yer alan bir fon olarak görülmekteydi.”
Hiçlik ya da Her şey..
‘’Bazı zamanlar da kendisiyle kalabilmeyi çok özlüyordu. Hayatın o müthiş cilvesi olan telaşlardan sıyrılıp hiç bir şey yapmamak....’’
Kadın, erkek egemen dünyasının içinde kendine bir parçalık yer bulabilmek içinde belki de varlığını kabul ettirebilmek için çırpınıyordu yine.. Boş vermişliğin, bıkmış lığın, çocukluk travmalarının, yalnızlığın ve sevgisizliğin içinde yaşayıp gidiyor kendisi..
Adı yok yine.. Ona Genç kadın diyelim, sabah kalkıyor işine gidiyor, kendini cezalandırıyor, sahte gülüşlerin ardında plazaların katları yükseldikçe insanlıktan gittikçe uzaklaşan suretlerinin arasında işini yapıyor.. Her anı izleniyor çünkü insanlar başkaları hakkında konuşmayı seviyor!
Çalışma hayatının zorluğunu burada size aktarmayacağım elbette ama karakterimizin işyerinde yaşadıklarıyla sinirlenmemek elde değil.. Günün yorgunluğunu atacağı anda evindeki sessizlikle kedisi Hector’un olmayışını fark ediyor.. Adımları onu Kaybedilenleri Bulma Ofisi’ne yönlendirir. Şansının döneceğini düşündüğüm an da kitap bambaşka bir sonla karşılıyor bizi...
En başından sonun kadar Post modern bir okuma keyfi sunan eser, bilinç akışı tekniği kullanılarak yazılmış olmasına rağmen gayet akıcıydı. Hatta normalde sıkılırım ama daha uzun olmasını diledim.
Genç bir kadının iç dünyasına konuk olurken günlük hayatımızdan izler taşıyan, bir nefeslik ama sorgulamalarla dolu bir okuma keyfi..
Hiçlik ya da Her ŞeyTuğba Saydam · Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık · 2024141 okunma
“Kapitalizmin gelişmesiyle birlikte çalışma ön plana çıkarılıp aylaklık ve uyku kötülendi,“vakit nakittir” anlayışının güçlenmesiyle birlikte uykuda geçen saatlerin azaltılması yönünde bir basınç oluştu.”
“Modernliğin çizgisel olarak ilerleyen zaman anlayışında her türlü kesinti bir tehlike olarak algılanıyordu. Yoksullar ayaklandıklarında modernliğin sokak lambalarını nasıl kırdılarsa meydanlardaki saatleri de öyle kırdılar, “Aydınlanmaya” ve kesintisiz ilerleyen zamanın tiranlığına karşı çıktılar.”
İlk olarak 1980 yılında yayınlanan roman Eco’nun ilk romanı olma özelliğini taşımasının yanı sıra İtalya’nın ilk postmodern yapıtlarından sayılıyor. Otuz dile çevrilmiş, on milyondan fazla satmış, birçok ödül almış, 1986’da aynı adla sinemaya uyarlanmış. Türkçe olarak 1986’da basılmış olan roman oldukça uzun ve dili ağır.
Kitabın 1986 yılında çekilen filminde izleyenleri Ortaçağ’a doğru kısa bir yolculuğa çıkarıyor; ruhban sınıfının gücünü ölçüsüz bir şekilde kullandığı, kilise baskısının egemen olduğu, kilise-devlet-tarikatlar arası çekişmelerin yaşandığı bir döneme götürürken; diğer yandan da 1327 yılında İtalya'da bir manastırda gerçekleşen seri cinayetleri ve bu cinayetler hakkındaki soruşturmaları anlatılmaktadır. Kısaca kitap; hem ortaçağ Hıristiyan dünyasını en derinlere kadar irdeleyen bir tarihsel roman olma özelliği; hem de muazzam bir ustalıkla kurgulanmış bir polisiye roman olma özelliğini barındırmaktadır.
Tarih ve polisiyenin birlikte harmanlandığı kitabın adının niçin Gülün Adı olduğunu yazar kitap içerisinde anlatıyor ayrıca dünyada bir çok dile çevrilen kitap, 21 yıl sonra yazar tarafından yeniden ele alınıyor ve bazı bölümler çıkartılırken bazı bölümler ekleniyor.
Keyifli okumalar..
Gülün AdıUmberto Eco · Can Yayınları · 198512.6k okunma