Akhilleus ve Patroklos.
Kitap Patroklos’un çocukluğundan başlamaktadır, kitabı onun ağzından okuyoruz. Bu durum kitabı sevmemin başlıca sebeplerindendir. Çünkü Patroklos bathsız, terk edilmiş bir çocuktur. Babası tarafından hep ezilerek büyümüştür. Hiçbir şeye sahip değildir. Onun bu kırgınlıklarını, hislerini kendi ağzından okumak onu tanımamı ve kitabı daha çok benimsememi sağladı. Akhilleus; yüzyılların en güzel insanı, en iyi savaşçısı olarak bilinmektedir. Bu iki tezat karakterin buluşması ise Patroklos’un Akhilleus’un sarayına sürgün edilmesiyle başlar. Bu ikilinin ilişkisi hakkında kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Yazar kitabında bunları âşık olarak ele almıştır. Bu durum beni rahatsız etmedi, zaten kimseyi rahatsız edecek bir durum olmadığını düşünmekteyim. Çeşitlerce insan var, herkesi olduğu gibi kabul etmeliyiz ve onları ötekileştirmemeliyiz. Artık bu konuları aşmayı, herkesin birbirine saygı duymasını diliyorum.
Yaşlarıyla beraber âşkları da büyüyor. Her şeyi beraber öğreniyorlar. Birbirlerini dinleyerek, birbirlerine saygı duyarak güzel bir ilişki kurmaya çalışıyorlar. Akhilleus bu âşkın umutlu tarafı; Patroklos ise başlarına gelecek durumun farkındaymış gibi davranıyor, onun her düşüncesinde bu karamsarlığı, umutsuzluğu hissediyoruz. Değinmediğim çok fazla nokta var ama okuyacak olanların zevkini kaçırmamak için kısa kesmek istiyorum. İyi ki okumuşum dediğim bir kitap oldu.