Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Emre.

Emre.
@psa_emre·Bir kitabı okumaya başladı
Müslüman Olmam Neyi Gerektirir?
Müslüman Olmam Neyi Gerektirir?Fethi Yeken
8.8/10 · 669 okunma
Reklam
132 syf.
·
Puan vermedi

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Samiha Ayverdi
"Artık Sultan Abdülhamid saltanatından Siyonist saltanatına geçtiğimizin farkında bile olmayarak, sadrazamından şeyhülislamına kadar farmason olan bir iktidarın gafil ellerine düşüyorduk"
Lâkin Türkiye Cumhuriyetinin ellinci yılı kutlandığı ve kaydedilen sözde terakkiler üzerine parlak nutuklar çekildiği o günlerde akıl hastalarının içinde bulunduğu şartlar havsalaya sığar ve hayal edilebilir gibi değildir!..
Reklam
Vaktiyle akıl hastalarını, bunlar muhterem hastalardır, diyerek husûsî sûrette av etiyle besleyen, onlara musikiyle tedâvi tatbik eden OsmanlI'nın yerini, karınlarını kuru ekmekle bile doyurmayan böyle zâlim bir idâre almıştı
ğrendiğime göre bu mubassırlardan birinin hizmetinde kullandığı bir hastaydı. İki küçük bardağa çay dolduruyordu. Toto Ahmed birdenbire ayağa fırlayarak O'nun elindeki bardağı kaptığı gibi galiz küfürlerle yere vurdu ve genci sille tokat dışarıya attı. Birden böyle kızmasının sebebini anlayamadım. Sonradan anlattıklarına göre mubassırlar Toto Ahmed'den çay içer, parasını vermezlermiş. Buna içerleyen Toto bir gün mubassırlar toplu halde otururlarken: «- Size güzel bir çay demleyip getireyim!...» demiş, mubassırların teklifi kabul etmeleri üzerine gidip çay demliğine işeyip ağzına kadar doldurmuş. Sonra da onu kaynatarak çay suyu yerine sidiğinden mubassırlara çay yapmış. Mubassırlardan bir ikisi: « - Toto bu çay pek iyi olmamış!..» demişse de Toto onları demi biraz fazla kaçırdığı yolunda iknâ edince hepsi de bu çayı içmişler. Arkasından onları kızdırmak için yaptığı mârifeti anlatmış. Kendisine deli gömleği giydirip onu bayıltıncaya kadar dövmüşler ve ondan sonra da bir daha kendisinden çay içmemeye karar almışlar.
Keramet?
Halbuki o gün öğlen namazını Adliye'nin bahçesinde avukat ve diğer maznun arkadaşlarla birlikte cemaatla kılmıştık. Mevsim kıştı. Pardesülerimizi yere sermiştik. İhtimal o esnada bu çamur paçama bulaşmıştı. Fakat ben bunu o anda hatırlayamamıştım. Vehleten (durup düşünmeden) jipin şoförüne dedim ki: «- Çamur de O'na bakalım!» Şoför: «— Parola Çamur!» diye bağırdı. Parola soran nöbetçi kızgın bir sûrette: «- Geç be birader. Madem parolayı biliyordun da neden deminden beri söylemiyorsun!?» dedi. Cezâevine kadar daha birçok nöbetçiyle karşılaştık. Hepsinin sualine «çamur» diye diye takılmadan yolumuza devam ettik. Meğer o gün parola «çamur», işareti de «yaprak» imiş. Parolayı duyan, bize işareti sormuyordu. Jipin içinde bir Muşlu asker daha vardı. Elleri ekzamalıydı. Baktığınız zaman içiniz bir tuhaf olurdu. Namaz kılan, dindar bir çocuktu. Bana dedi ki: «- Ağabey sen bu paraloyı nasıl bilebildin?» Maneviyatını takviye edeyim diye, O'na dedim ki: «- Dört aydır Cezâevi'nin duvarlarını Allah, Allah!., diye inletiyorum. Bu kadar da olmasın mı?» Çocuk şapkasının tereğini arkaya çevirip elimi öpmeye teşebbüs etti. Ellerinin ekzamasından tiksindiğim için içtinap ettim. O ise bu hareketimi tevâuzuma hamlederek ısrar etti. Böylece Onun elimi öpmek istemesi, benim elimi kaçırmam sûretinde cereyan eden bir karışıklıkla Cezâevi'ne geldik. Kısa zamanda bütün askerler vak'ayı duymuş. Ne de olsa Anadolu çocukları!.. Bundan sonra bana hududsuz saygı ve sevgi göstermeye başladılar.
Şehitlik
«- Paşam, işin hülâsası şudur: Sizinle bizim aramızdaki fark, milletin dinî inanışlarına ve tarihî şahsiyetine âid kıymet hükümleri tersliğinden ibârettir. Siz, şu kapıda nöbet tutan mehmetçik, AJlah'a ve Ahıret'e inanmasa dahi onunla vatanın müdafaa edilebileceğini sanıyorsunuz. Bizse, hayır diyoruz. Bu mehmetçik sırf kuru bir toprak için ateş ve ölüme karşı savaşmayı kabul etmez. Onu ancak «Ölürsem şehid, kalırsam gâzi» inancı harakete geçirebilir.» dedim ve bu sırada elimle de cadde tarafında nöbet tutan mehmetçiği işaret ettim. İrfan Özaydınlı hazır mükâleme bitmişken münakaşayı tazelemiş olmaktan pişman olmalıydı ki: «- Neyse, neyse!.. Daha çok görüşeceğiz!. Şimdi arkadaşlar senin ifadeni alacaklar!» dedi.
Anlaşılan kendisini bir hayli hırpalamışlardı. Onu teselli ettim. O günlerde Yıldız Teknik Üniversitesi'nde sağ-sol çatışması en şiddetli günlerini yaşıyordu. Bu hadiseler üzerinde bir müddet müdâvele-i efkâr ettikten sonra: « - Abdülfettah, öğle namazını kıldın mı?» dedim. «- Ne namazı ağabey!. Burada ben günlerdir ölüm korkusu içinde yaşıyorum. Şu kadar solcunun içinde bir tek sağcı ve müslüman benim. Bunlar beni namaz kılarken görseler parçalarlar. Ben buraya girdim gireli bir vakit bile namaz kılmış değilim!.» dedi. Doğrusu Abdülfettah'ın bu zayıflığına kızdım ve bağırdım: «-Ulan, sen nasıl müslümansm?!. Üçbuçuk solcudan korkup Allah'ın emrini terkediyorsun? Keşke namazını kılaydın da korktuğun gibi olaydı. Amel defterine namaz kılarken dövülmüş olmanın hesanatı yazılırdı. Kalk bakayım! Sıyır kollarım, abdestini al! Ben şuradan takip edeceğim! Bunlardan biri sana abdest alırken veya namaz kılarken müdahale etsin de görelim! Hem bak bunların başındaki çavuş müslüman bir çocuk. Ben şimdi O'na da söyleyeceğim. O da seni gözetleyecek! Bir şey olmaz korkma! Olsa da sen kârlı çıkarsın!»
Reklam
Gençlik yıllarımdan beri yakınım olan insanları çeşitli sûretlerde satın alır ve beni onlar vasıtasıyla takip ettirirlerdi. Hatta bir defasında dava arkadaşlarımızdan birinin oğlunu sırf müspet bir takım tesirlere mâruz kalsın diye yanıma şoför olarak almıştım. O zaman Mersedes bir arabam vardı. Onbeş güne varmadan bu çocuğu nasıl etmişse kandırmışlar, arabama dinleme cihazı koydurmuşlardı. Babasına ağzından kaçırıp söylemesiyle iş meydana çıkmıştı.
Bu genç haklıydı. Kendisine verdiğim şu cevaba rağmen ben de zaman zaman gerçekleri haykırmak hususunda zapt-ı nefs edemiyeıek ileri gidiyor; şartlan pekçok zorluyordum. Yakın tarihin gerçekleri öylesine tersyüz edilmiş, nice kahramanlar zoraki bir surette hâin ve nice hâinler de binbir çeşit yalan ve tezvirat ile kahraman ilân edilmişlerdir ki; bunlara tahammül etmek cidden güçtür. Şu suale muhatap oluşumdan bu yana takriben otuz yıl geçmiş ve ülkemiz güya fikir hürriyeti ve insan hakları bakımından pek çok merhale katetmiş bulunmasına rağmen ben halâ bildiklerimin pekçoğunu kâğıda dökememiş bir durumdayım.
208 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.