Anneme göre Füsun'un ölümü, babamın ölümü gibi bir şeydi. İkimizde sevdiklerimizi kaybettiğimize göre gönül rahatlığıyla surat asabilir, insanları cezalandırabilirdik. Üstelik her iki ölümün ardında da, dumanlı rakı bardakları ve insanın içinde gizli bir başka dünya taşıması, bunu da içinde tutamayıp dışa vurması vardı. Annem bu ikincisinden hoşlanmıyordu, ben ise her şeyi anlatmak istiyordum.
Hastaneden çıktıktan sonraki ilk aylarda, bu duygu merhamet apartmanına gidip Füsun ile seviştiğimiz yatağa oturup sigara içerek karşımdaki eşyalara baktığım zaman uyanıyordu içimde. Hikayemi anlatabilirsem, acımı hafifletebileceğimi seziyordum.
Hayatın zorluklarını, sıkıntılarının, Tophanenin üstünde biriken kara yağmur bulutlarının günü karartması gibi, bizim içimizinde kararmakta olduğunu hisseder hissetmez bir süre sessizliğe bürünür ve her zamanki gibi üç şey yapardık:
1. Televizyona bakardık.
2. kadehlerimizi birer rakı daha koyardık.
3. Birer sigara daha yakardık.
Rakıyı meyve suyu niyetine içiyorlar. Yudumlarken, yapacağı etkiyi kestiremediklerinden, önce gevşeyen bedenlerini ardından da beyinlerini milli içeceğimizin ellerine teslim ediyorlar.
Hayat denilen ameliyata alınırken
Dudaklarından ağzıma ver soluğun narkozu!
Baygın düşelim koşan atları seyrederken
Fenalık geçirelim bir balıkçı lokantasında
İki yudum rakı arasında!
Git artık git
Git dedim ya
Aslında içimden gitme
Gitme kal kal ki
Seni sarayım seveyim
Ama kırdın ya
Kırdın içimi dışımı
Sanki rakı bardağını
Hoyratça hayatı harcarcasına kırdın
Gitme kör olmayasıca
Gitme Gitme
Gözlerime bakma öyle
Baktıkça deliriyorum
Senin meftunun benim
Delice mazo gibi seven benim
Seviyorum kırsanda
Seviyorum döksende
Seviyorum öldürsende..
Şiir:Selami Yıldırım