Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Rümeysa Azak

“Dün sizin gibiydim, yarın benim gibi olacaksınız!”
Reklam
"Biz mi aldanıyoruz canım, böyle düşündüğümüz için budala mı oluyoruz? Fazilet hakikaten cansız, ölü bir şey mi? Nedir bu, Nadir Bey, Mebrure Hanım? Çocuğunu, metresini öldüren bir katil, hâlâ elektrikler ve süsler içinde, bir genç kadının cenazesine basarak bize gülüyor, bizi küçük düşürebiliyor, şarap kokan frengili nefesini yüzümüze üfleyerek bizi istihfaf, bizi tahkir ediyor; sonra yüksek muhitlerde itibar görüyor, en münevver kadınlarımızı ve genç kızlarımızı bile aldatabiliyor, birinin haysiyetiyle, ötekinin kanıyla oynuyor ve hâlâ elektrikler içinde, hâlâ sırıtıyor, hâlâ mesut, hâlâ..."
"Ah, Nadir Bey, bunlar, kendi öldürdükleri zavallının cenazesi karşısında da sırıtabiliyorlar, artık bu ölüm... Bundan daha beteri var mı?Belma bugün ölüdür, dostlar! Şimdi, Cerrahpaşa’da, o tavanı basık, çarpık, eğri büğrü odada, bir idare kandilinin kör ışığı altında yatıyor, düşününüz, artık, Belma, yarın sabah uyanmayacak, güneşi görmeyecek, sütçünün, gazetecinin sesini duymayacak. Nadir Bey, Mebrure Hanım, düşününüz, bu kız daha bu sabah gözlerini açtı, uyandı, kımıldadı, yanındakilerle konuştu, fikirlerini, arzularını söyledi, daha bu sabah yaşıyordu, bütün yaşayanlar gibi nefes alıyor, bakıyor, görüyor, işitiyor, hissediyor, anlıyordu. Bütün yaşayanlar gibi hareket içindeydi. Şimdi kaskatı... Şimdi görmüyor, anlamıyor, söylemiyor... Canım...birkaç saat içinde ne bu tezat, Nadir Bey, Mebrure Hanım anlatınız, fikrinizi söyleyiniz."

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Rümeysa Azak

Rümeysa Azak

, bir kitabı yarım bıraktı
Zorba
ZorbaNikos Kazancakis
7.9/10 · 16,1bin okunma
İnsanın yüreği, kesinlikle içi kanla dolu, üstü kapalı bir çukurdur ve açıldığı zaman hep, çevremizde toplanıp havayı karartan, avutulması olanaksız bütün susamış gölgeler, içip canlanmak için ona koşarlar. Yüreğimizin kanını içmek için koşarlar, çünkü başka bir canlanma yolu olmadığını bilirler.
Reklam
Böylece, et ve kemikten oluşan Zorba, benim elimde mürekkep ve kâğıt haline girdi. Ben istemeden, hattâ benim aksini istememe karşılık, Zorba'nın hikâyesi içimde kristalleşme yolunu tuttu. İçimde esrarengiz çatışma başlamıştı; önceleri müzikal bir huzursuzluk, ateşli bir sevinç ve hoşnutsuzluk, sanki kanıma yabancı bir madde gibi girmiş de, organizmam onu emerek yemeye ve yok etmeye çalışıyordu. Sözcükler bu ateşli sevincin çevresinde koşmaya, onu çevreleyip kuşatmaya ve bir doku gibi onu beslemeye başladılar.
İnsana hayatı san'at yaptıran o acıklı üstünlük, bir çok et yiyen canlılarda yıkıntıya neden olur. Çünkü, böylece şiddetli maraz, bir yer bularak göğüsten çıkar ve ruh hafifler; ruh hafiflediği için de artık boğmaz, gövde gövdeye boğuşma zorunluğu duymaz, hayatla eylem arasına girip şiddetli marazının havada halka halka sönüşünü seyreder ve sevinir.
Ama ruhumda en çok iz bırakan insanları saptamak isteseydim, herhalde üç dört ad sayabilirdim: Homeros, Buddha, Bergson, Nice ve Zorba. Bunlardan birincisi, benim için, ölümsüzlüğü kurtarıcı bir ışıkla aydınlatan, camdan yapılmış parlak bir göz (Güneş kursu gibi) olarak kalmıştır; Buddha dünyanın içinde boğulup kurtulduğu dipsiz bir göldü; Bergson beni, gençliğimde herbiri benim için birer işkence olan, çözülmesi olanaksız, felsefe sorunlarından kurtardı; Nice ise, yeni acılarla zenginleştirdi beni ve bana sıkıntıyı, acıyı ve kararsızlığı gurura çevirmeyi öğretti; Zorba ise, hayatı sevmeyi ve ölümden korkmamayı öğretmiştir bana!
224 syf.
·
Puan vermedi
·
19 saatte okudu
The Penelopiad
The PenelopiadMargaret Atwood
7.8/10 · 266 okunma
"And now, dear Nurse, the fat is in the fire – He’ll chop me up for tending my desire! While he was pleasuring every nymph and beauty, Did he think I’d do nothing but my duty? While every girl and goddess he was praising, Did he assume I’d dry up like a raisin?"
Reklam
"Water does not resist. Water flows. When you plunge your hand into it, all you feel is a caress. Water is not a solid wall, it will not stop you. But water always goes where it wants to go, and nothing in the end can stand against it. Water is patient. Dripping water wears away a stone. Remember that, my child. Remember you are half water. If you can’t go through an obstacle, go around it. Water does."
"And so I was handed over to Odysseus, like a package of meat. A package of meat in a wrapping of gold, mind you. A sort of gilded blood pudding."
“Koyunuz, bu da böyle olsun Mebrure Hanım... Ben, yine sizin o aziz o ince, o içli ve candan arkadaşlığınızdan birkaç gün daha mahrum kalayım. Odamın, siyah su damlaları sızan küflü duvarları içinde büzüleyim, kırık lâmbadan dökülen yarı karanlık içinde, hep o günkü müstesna ve necip ve samimi ve ilâ hi gezintiyi tahlil ederek hararetli alnımı kansız ve so ğuk avuçlarıma kapayayım, zarar yok Mebrure Hanım, koyunuz, bırakınız, bu da böyle olsun Mebrure Hanım... Yalnızlığın ona alışanlara verdiği teselli, ispirtonun, düşkünlerine verdiği teselliden çok daha kuvvetli ve derindir. Ben bunu bilirim, ben kimsesizliğin hudutsuz açık denizlerinde âvare yüzmesini bilirim, ben umman dalgalarının başımın üstünde kudurarak haykırdıkları geceler sabahlara kadar nefesim kesik, göğsüm tıkalı, gözlerim kapalı durmasını bilirim. Mebrure Hanım, bir küçük cevap yazarsanız, bu, en hudutsuz açık denizde, bana kıyılardan görünen bir kurtarıcı ışık ümidi ve tesellisi verir, yazmazsanız ben yine ruhumun gecelerinde yalnız kalır ve karanlıklarına çekilir ve düşünür, düşünür ve susarım Mebrure Hanım...”
"Bu ne tereddidir ya Nadir Bey, bu ne çirkef dolu bir kuyunun dibine inmektir? Bu ne baş döndürücü, göz alıcı sukuttur ki, böyle... her gün içimizi paraladığı halde, bizi yine karşılıklı bir mücadeleye hazırlamakta? Ne yapmalı ya Nadir Bey, dostum, bu pek müthiş hal, Yarabbi. Tepemizin ucunda bir neslin ahlâkî çöküntüsünü görüyoruz, sesimizi çıkaramıyoruz, elimizden bir şey gelmiyor, Allah Allah... Bu çıldırtıcı bir şey be Nadir Bey..."
"Genç kız düşünüyordu. Sebebini bulamadığı bir dalgınlık, ruhun garip bir uyuşukluğuyla piyanoya bakıyor, bir türlü başlayamıyordu. Nihayet, biraz oyalandıktan sonra canlanan, kıvrılıp açılan parmaklarını beyaz tuşlarda asabî hamlelerle koşturarak çalmaya başladı. Bu parmaklar, şuurunun tanımadığı gizli bir irade ile büyük bir çeviklik kazanmış, âdetâ kendi kendilerine kımıldıyor, yürüyor, âdetâ Mebrure’ye tâbî değil görünüyorlardı. O kadar canlı, o kadar hisli, o kadar cevvaldiler. Ve nağmeler, durgun havada ıssız bir gölün kenarındaki taş parçalarına çarpıp dağılan minicik su damlaları gibi, tatlı bir şırıltı ile uzanıp gidiyor, odanın kalın sükûtunu buruşturuyordu."
543 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.