Çünkü sen..
Kendini bıraktığın günü hatırlıyor musun, Yonina? Seni tutamadığım günü. Kollarıma değilde kendini boşluğa bıraktığın günü. Ben hiç unutmadım sevgilim. Çünkü o gün yırtıldı zihnimden takvim. Sonra o yırtıktan geçti bütün zaman. O günden bu güne beni getiren zaman. Teninin kokusunu hatırlıyorum. Teninin kokusunu taşıyan kanını hatırlıyorum. Başının
Sabahın en erken saatleri evde herkes uykuda iken..
Uyuyan tanıdık yüzlerle çevrilmiş olmanın verdiği berbat his bir yana –sevdiğimiz ve bizi seven insanlar, varlığımızdan tamamıyla habersiz, duygusuz bir halde ve bir gün hepimizin gideceği o gizemli dünyanın bekleyişi içindedirler– askıya alınmış yaşamlar, dünle kopan bağlar, terk edilmiş koltuk, kapanmış kitap, ya da yarıda bırakılmış bir iş, hepsi ölümü çağrıştırır bize. Bu anın sükûneti aslında ölümün sükûnetidir. Renkler ve soğuk aynı çağrışımı yapar. Ev eşyalarının gecenin karanlığından sabahın aydınlığına çıktıkları anda büründükleri, çok eskilerde kalmış ‘yeni’likleri, insanların olgunluğun ya da yaşlılığın yıprattığı yüzlerinin ölümle birlikte eski genç görüntüsüne bürünmesini akla getirir.
Bordo siyah yayınlarıKitabı okudu
Reklam
Ölüm Fügü
ÖLÜM FÜGÜ Akşam vakitlerinde içmekteyiz sabahın kapkara sütünü ve öğlenlerle sabahlarda bir de geceleri hiç durmaksızın içmekteyiz, içmekteyiz bir mezar kazıyoruz havada, rahat yatılıyor Bir adam oturuyor evde yılanlarla oynayıp yazı yazan hava karardığında Almanya’ya senin altın saçlarını yazıyor Margarete bunu yazıp evin önüne çıkıyor ve
"Məncə, ölümlə üç cür üzləşmək olar. Ölümü qəbul edə bilər, inkar edə bilər, ya da onunla mübarizə apara bilərsiniz..."
Gündüz ve gecenin yirmi dört saatlik zaman diliminin hiçbir bölümü sabahın erken saatleri kadar özel değildir benim için. Yazları genellikle erken kalkarım ve kahvaltıdan önce günlük işlerimden birini yapmak için odama çekilir, etrafımdaki sessizlik ve yalnızlıktan da en çok bu anlarda etkilenirim. Uyuyan tanıdık yüzlerle çevrilmiş olmanın verdiği berbat his bir yana –sevdiğimiz ve bizi seven insanlar, varlığımızdan tamamıyla habersiz, duygusuz bir halde ve bir gün hepimizin gideceği o gizemli dünyanın bekleyişi içindedirler– askıya alınmış yaşamlar, dünle kopan bağlar, terk edilmiş koltuk, kapanmış kitap, ya da yarıda bırakılmış bir iş, hepsi ölümü çağrıştırır bize. Bu anın sükûneti aslında ölümün sükûnetidir. Renkler ve soğuk aynı çağrışımı yapar. Ev eşyalarının gecenin karanlığından sabahın aydınlığına çıktıkları anda büründükleri, çok eskilerde kalmış ‘yeni’likleri, insanların olgunluğun ya da yaşlılığın yıprattığı yüzlerinin ölümle birlikte eski genç görüntüsüne bürünmesini akla getirir.
Bu nedenle sanatçılar- McLuhan’ın tabiriyle sabahın “çiyleri” dilerler: bize, kültürümüzün başına gelen “uzak bir erken uyarı” verirler. Günümüzün sanatında yabancılaşma ve kaygının sembollerini bol bol görüyoruz. Ama aynı zamanda ahenksizliğin göbeğinde biçim, çirkinliğin ortasında güzellik, nefretin ortasında insan sevgisi- ölümü geçici olarak yenen ama uzun vadede hep yitiren bir sevgi var.
Reklam
162 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.