Akşam eve dönerken cebimdeki anahtarı çıkarıp kapı kilidine soktuğum an, o kısacık anda,anılar hücum edip şakaklarıma değince,bir hüzün kaplar içimi ve durup dururken bir şeylerin olmasını beklerim... o kısa boşlukta ki çektiğim Van Gogh ıstırabı'nı oldum olası kimeseye anlatamam...
Kilidi çevirip kapıyı itince, ilk olarak içeriden gelen müzik
"… Siz Harut ile Marut'u biliyor musunuz? Hani insanoğlundaki nefsin ne olduğunu sınamak için dünyaya gönderilen melekleri?"
"Hayır" diyordu, "bilmiyorum." Zaten benim devletlû, muhteşem ve cahil Padişahım hiçbir şey bilmezdi ki!
"Sultanım" diyordum. "Babil'de azgınlaşmış insanoğlunun işlediği
"bu hayvanların bedenimden haz aldıklarını hissetmek korkunç."
Te c a v ü z
Boş sahnenin ortasında tek bir sandalye vardır. Kadın gelir, sandalyeye oturur.
Radyo çalıyor. Ama onu biraz sonra duyuyorum. Biraz sonra fark ediyorum birinin şarkı söylediğini. Evet, radyo. Hafif müzik: Aşk, tatlı aşk, yıldızlı gökyüzü. Bir diz, arkamda duran birisi, bir ayağını sırtıma diğerini yere dayamış duruyor sanki.
Ey saçları “alagorsan” kesik hanım kız!
Gülme öyle bana bakıp sen arsız arsız!
Bacağımla alay etme pek topal diye.
Bir sorsana o topallık bana nereden hediye ?
Sen Şişli’de dans ederken her gece gündüz,
Biz ötede ne ovalar, çaylar, ne dümdüz
"Bunun üzerinde bir ülke daha vardır ki, halkı yakışıklı ve güzel olur. Şarkı söylemeye, zevk ve neşe içinde yaşamaya düşkündür. Tasa ve üzüntü bunların yanına uğramaz. Türlü türlü sazları büyük bir ustalıkla çalarlar. Bunların üzerinde bir kadın yönetici vardır. Hayır işlemek, iyilikler yapmak, doğal özellikleridir. Bunlar, şer ve kötülüklerin adlarını bile anmazlar. Böyle şeylerin adının geçmesi bile, onların neşesini kaçırır, yüzlerini ekşitir. Buradaki kentler de sekizdir."