acıklı telâşe
Sosyal medyada " İnstagram biraz da görsel bir mecra ve siz çok uzun yazıyorsunuz.(O yüzden uzun yazılarınızı -her ne kadar farkındalık içerse de- okumak çok cezbetmiyor.) diyen takipçisine, yazarın cevabı: "Mesela yazı ve okumak konusunda düşündüklerimizi bir de mimari açıdan düşünelim, şu anda neden sanat eseri gibi binalar, evler, okullar, camiler yapılmıyor? İşte hepsi aynı acıklı telâşeden ve zayıflayan/kuruyan düşünceden. Eski ve köklü binalara baktığımızda âdeta şiir üstüne şiir yazılmış gibi öyle ihtişamlı ve güzel. Müthiş bir işçilik var. İşte yazı ve okuma eyleminde de böyle. Artık uzun yazılar okuyamıyorum diyerek kendini hap bilgilere kaptırırsan, düşünme melekelerin de zayıflar. Uzun bir yazıyı ancak sana bir şey vermiyorsa okumayı bırakmalısın."
Hatice Ebrar Akbulut
Hatice Ebrar Akbulut
Duygular bir sanat eseri gibidir
Reklam
Sanat insanı etkilemeli. Sanat eseri insanın eyleme geçmesine sebep olmuyorsa, insanda bir sorun vardır. İnsan hastalandığı zaman organlarında oluşan sorunlar sebebiyle bazı şeyleri yapamayabilir, zorlanabilir. Düzelmek için bazı şeylerden uzak durması gerekebilir. İnsanın ruhunda bir bozulma sebebiyle insan sanatın ona vereceklerini anlamayabilir ve eyleme geçemeyebilir. İnsanın sanattan etkilenmesi için bazı şeylerden uzak durması gerekir, bazı şeylere de yaklaşması ve ilgilenmesi gerekir.
SANAT ESERİ ve DİL...
- "Ferd, içine doğduğu “çevre”nin insanıdır. Çevresini, dünya görüşüne, varlık ve kâinat anlayışına uygun bir biçimde değiştirir, dönüştürür ve yeniden düzenler. Hayatı, sanatın içinden yaşayabildiği nisbette de arınır, yenilenir ve teslimiyeti güzelleşir. Düşünceyi, tutkuyu kelimelerde, biçimlerde yakalama ve yansıtma istidadı kazanır. Elindeki malzemeyi yoğurur biçimlendirir, kalıba döker ve yeni bir dile dönüştürür. Sanat eserini anlamak da bu dili anlamakla mümkün olur... (Mevlüt Koç, "Hayatın kökeni sırdır, sır idraki güzellik idrakidir",Aylık Dergisi 155. Sayı, Temmuz 2017'den iktibas, barandergisi.net, 15 Mart 2024)
Ölü Ozanlar Derneği Kitap + Film
Kitabını okuduğum daha sonra filmini izlemiş olduğum bu harika eser adına bir ileti paylaşmak istedim. Aslında bunu bir konsept olarak "Beyaz perdeye aktarılan kitaplar serisi" olacak şekilde diğer eserler içinde uygulamak fena bir fikir değil sanırım. Çünkü iki ayrı sanat dalı olan edebiyat ve sinemanın esasında birbiriyle oldukça bütünleşik olduğu gerçeğinden hareketle, bu iki dalın birbirine kaynak olup, birbirini beslediği örnekleri sunmak ve beraber değerlendirmek bence çok daha anlamlı. Esere dönecek olursak eğer; film de en az kitap kadar etkileyici. Hatta eseri okurken hissedemediğim ya da farkına varamadığım belli duygu ve düşünceleri filmin oldukça etkili bir şekilde aktarmayı başardığını söyleyebilirim. Ayrıca oyuncuların birbiri ile uyumu, yansıtılan bağın samimi ve gerçekçi olmasını sağlayarak sizi sanki Welton akademisinin bir üyesiymişsiniz gibi okulun ve hikayenin içine çekiyor. Ayrıca bu eser, yazımın başında belirttiğim "filmi olan kitaplar" kategorisinden çok "kitabı olan filmler" kategorisine alınırsa daha doğru olacak. Nitekim eser öncelikle bir film olarak seyirciye sunulmuş sonrasında ise bir kitap olarak okur karşısına çıkmış. Buna ilaveten, kitap ve filmin birbiriyle oldukça uyumlu olduğunu söyleyebiliriz. Son olarak filmin En iyi özgün senaryo Oscar'ı olmak üzere birçok adaylık ve galibiyet almış olduğunu da -başarısına vurgu yapmış olmak adına- belirtmeden geçmeyelim. "Ormanda yol ikiye ayrıldı ve ben hep daha az kullanılanı seçtim. Bu hayatımdaki tüm farkı yarattı." İyi Seyirler.
Niyazi Koluş, 1987 yılında Van’da dünyaya gelmiştir. İlk ve orta öğrenimini İstanbul Küçükçekmece’de tamamlayan Koluş, edebi ve sanatsal yetkinliğini genç yaşlarda göstermeye başlamıştır. Hayatında belirleyici bir an olarak gördüğü, Bakırköy Beyaz Adam Kitap Evi’nde çalıştığı 2005 yılında, bir iş arkadaşının yönlendirmesiyle Bakırköy Halk Eğitim
Reklam
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.