''Sevgi bir sanat mıdır? İşte o zaman bilgi ve gayret gerektiriyor demektir.''
Büyük yapılar tıpkı büyük dağlar gibi yüzyılların eseridir. Sanat dönüşse bile varlıklarını sürdürürler: Pendent opera interrupta, dönüşen sanata göre hiç sıkıntı çekmeden yaşamlarını devam ettirirler. Yeni sanat bulduğu yapıyı ele alır, onun içine işler, onu özümler, keyfince geliştirir, becerebilirse tamamlar. Bu işlem doğal ve sessiz bir yasa uyarınca, hiçbir karmaşaya yol açmadan, bir çabayı ve tepkiyi gerektirmeden gerçekleşir. Bu, aniden ortaya çıkan bir aşılama, akıp giden bir usare, yeşillenen bir bitki örtüsüdür. Kuşkusuz birçok sanatın aynı yapıdaki birçok yükseltisinin peş peşe gelen bu eklemlenmeleri kalın kitaplara, sıklıkla da insanlığın evrensel tarihine konu olacak niteliktedir. İnsanın, sanatçının, bireyin üzerlerinde silinip gittikleri, yaratıcısı bilinmeyen bu büyük kütlelerde insan zekâsı özetlenir, bütünleşir. Zaman mimar, halk yapı ustasıdır.
Reklam
Berlin Güzel Sanatlar Akademisi 1925 mezunu. Yine 1990 iti­ barıyla, 86 yaşında İstanbul Çubuklu' da bir gecekonduda, emek­ li maaşı karşılığı kendisine bakan fakir bir ailenin yanında yaşı­ yordu. Beyoğlu yakasında meskun "Müslüman Levantenler" arasında yıldızı en çok parlayan aile Farukiler ' in gözbebeği, me­ dar-ı iftiharı Nermin'di. Asri bir hanımefendide bulunması gere­ ken her şey ona çok yönlü, kapsamlı ve programlı bir eğitimle, bebekliğinden itibaren yüklenmeye başlanmıştı. Mesela babası­ nın yolu ne zaman Paris'e düşse -ki sık sık düşerdi- kızına oyuncak niyetine "plastelin" getirirdi. Isıyla gevşeyip sertleşen bu maddeyi yoğursun, biçimlendirsin, eli heykele yatsın diye. Bugün "küçük bir hatırası" Kadıköy Süreyya (Paşa) Sinema­ sı'nm ön cephesini süsleyen rölyeflerde yaşayan ve eğer Oskan Efendi'yi bizden saymazsak, Türkiye'nin diplomalı ilk heykeltı­ raşı olan İhsan Özsoy'un atölyesine emanet edildiğinde henüz 16 yaşındaydı. Ahmed Faruki, opera kültürüyle terbiye edilme­ miş bir Müslüman'ın asla Levanten saygısı ve ayrıcalığı göreme­ yeceğini çok iyi bildiğinden, kızını Güzel Sanatların yanı sıra Konservatuvara da yazdırdı. Mezuniyet balosunda piyanosuyla parlak bir konser veren Nermin Faruki, "mezzosoprano" takdir­ namesiyle opera vizesi almıştı.
Sayfa 103 - YKY yayınları ekım 2004Kitabı okuyor
"Buraya dua etmek için girenler bu eserin sanat ve insan gücüyle değil, tanrısal bir gücün etkisiyle yapıldığını anlar ve zihnini Tanrı'ya yönelterek gökte dolaşır, O'nun uzakta olamayacağını, seçtiği bu yerde oturmayı özellikle seçmesi gerektiğini hisseder. Bu durum sadece bu kutsal yeri ilk defa gören biri için geçerli değildir, bir kimse, daha sonraki her gelişinde de burasını yeniden görüyormuş gibi etkilenir. Hiç kimse burayı seyretmekten bıkmaz. İnsanlar tapınaktayken gördüklerinden hoşlanırlar, dışarı çıktıkları zaman da onun hakkında konuşmaktan mutluluk duyarlar." Prokopios,Yapılar
"Amaçlarından hiçbirini paylaşmadığım, sevinçlerinden hiçbiri bana bir şey söylemeyen bir dünyanın ortasında bir bozkırkurdu ve sefil bir münzevi olmayıp ne yapacaktım! Ne bir tiyatroda ne de bir sinemada uzun süre oturmaya katlanabiliyorum; elime bir gazete ya da çağdaş bir kitap alıp okuduğum seyrek oluyor. Tıklım tıklım trenler ve otellerde, bunaltıcı ve sırnaşık bir müziğin çaldığı hınca hınç kafeteryalarda, zarif ve lüks kentlerin barları ve varyetelerinde, dünyayı gezen sergilerde, geçit törenlerinde, bilgiye susamış kimseler için düzenlenen konferanslarda ve kocaman stadlarda insanların aradığı nasıl bir haz, nasıl bir neşedir aklım almıyor bir türlü. İstesem ulaşabileceğim, benim dışımda binlerce kişinin ele geçirmek için itişip kakıştığı, uğraşıp didindiği bu neşe ve sevinçleri anlamam ve paylaşmam olanaksız. Öte yandan, benim o şenlikli saatlerimde yaşadıklarımı, benim için haz, yaşantı, cazibe ve huşu sayılan şeyleri dünya bilemedin sanat yapılarından tanıyor, sanat yapıtlarında arayıp seviyor onları. Yaşamın içinde ise hepsini kaçıkça buluyor. Ve doğrusu dünya haklıysa, kafeteryalardaki bu müzik, bu kitlesel eğlenmeler, az şeyle yetinen Amerikalılaşmış bu insanlar haklıysalar, o zaman ben haksızım demektir, o zaman kaçık biriyim ben, o zaman sık sık kendime verdiğim isimle bir bozkırkurduyum, yolunu şaşırıp yabancı ve anlaşılmaz bir dünyada gözünü açan bir hayvanım, eski vatanının havası ve yiyeceği elinden çıkıp gitmiş bir hayvan."
Sayfa 29 - YkyKitabı okudu
.... Narsist Kişilik Bozukluğu Nedir? Narsist kişilik bozukluğu, psikolojik bir durum olup bireyin kendini aşırı derecede önemseme, başkalarını manipüle etme eğilimi ve empati eksikliği gibi belirgin özellikleri içerir. Bu kişilik bozukluğuna sahip bireyler genellikle kendi yeteneklerini ve görünüşlerini abartılı bir şekilde yücelterek,
Reklam
Aktedron" Fikret Andoğlu "Türkiye'nin sanat cinnetiyle kulağını kesecek bir Van Gogh'u ne zaman olacak?" Bu soruya Aktedron Fikret'i müs­ tesna tutarak, "Türk aydını kesse kesse nasırını keser ... O da ra­hatlamak için" diyen Sezer Tansuğ'un sözünü ettiği Aktedron Fikret, gerçek adıyla Fikret Enisi Andoğlu, Türkiye'nin 'alaylı' ilk ekspresyonist ressamı. Kendini hacamat etmede de Van Gogh'tan daha gözü kara biri. Çünkü o kulağını değil, hayatla ilişkisini kesmişti. İstanbul Fatih'te, Çırçır Mahallesi'nde 1913 yılında doğdu. Ressam Cevat Dereli mahalle abisiydi. Yine ressamlardan Ali Çelebi de ahbapları arasındaydı.
Sayfa 38 - YKY yayınları ekım 2004Kitabı okuyor
113 syf.
6/10 puan verdi
·
Liked
Zen’i öğrenebilmek için Japonya’ya giden felsefe profesörünün aldığı okçuluk (Kyudo) eğitimi süreçlerini okuyoruz Zen ve Okçuluk’ta. Eseri yazmaktaki amacının, “Zen’in ne olduğunu ve damgasını vurduğu sanatlara nasıl yansıdığını göstermek” olduğunu açıklıyor Yazar Eugen Herrigel. Japonya’nın en büyük okçuluk ustalarından Kenzo Awa’dan aldığı altı yılı aşkın okçuluk eğitiminin sonunda, ustalık mertebesine ulaştığında aslında “Yüz fersah giden, doksanını yarıya saysın” Japon atasözünde de ifade edildiği gibi sürecin dik bir yokuş olduğunu anlıyor. “Yapmacık olmayan sanatın yapılmadan yapılan sanat olduğu”alâmetifarikasına varan Herrigel, aynı zamanda okçuluk geleneğine ilişkin bir de inceleme yazısı paylaşıyor okurla. Konusu ve öğretisi itibariyle ilgimi çeken bu eserde anlatımın uzun cümleler içermesi eleştireceğim husustur. Konu bağlamından kopmamak için zaman zaman molalar vererek sindirme ihtiyacı hissettim. Merak edenler için şimdiden iyi okumalar diliyorum.
Zen ve Okçuluk
Zen ve Okçuluk
Eugene Herrigel
Eugene Herrigel
Zen ve Okçuluk
Zen ve OkçulukEugene Herrigel · Yol · 199386 okunma
Yanan Ormanlarda Elli Gün
Yaşayacaksın,Nefes almak gibi,su içmek gibi,gülmek,konuşmak,görmek gibi bir şey olacak.Böylesine hayatına karışacak sanat. Sanatçının hayatına karıştığı gibi, halkın hayatına da karışacak.Bizimkiler iyi yapmışlar..Sanatı yaşayışlarına karıştırmışlar.Halkınsa sanat zaten yaşayışından çıkmış.Şu çoraba nakışların en güzeli vurulmuş,giymek içindir.O kadar güzelliği hayattadır.Şu kilim sedire serilmek içindir.Nakışlı sofralar vardır.Üstünde yemek yerler. Anadolu’da.Camiler çinilerle bezenmiştir.Selçuktan bu yana durur. Çini tabaklar,küçük küçük çini eşyalar doldurmuştur ortalığı bir zaman.
Sayfa 99 - YkyKitabı okuyor
116 syf.
6/10 puan verdi
·
Read in 13 days
#avatar #theophilegautier Herkese merhaba uzun zamandır kitaplığımda bulunan ancak okumaya vakit bulabildiğim bir kitapla geldim size. Öncelikle yazardan biraz bahsetmek istiyorum. Yazar "sanat sanat içindir" akımın ilk temsilcilerindenmiş. Açıkçası ben de öyle düşünüyorum "sanat halk içindir" önermesini hiçbir zaman
Avatar
AvatarTheophile Gautier · Doğu Batı Yayınları · 201815 okunma
Reklam
Sevgi bir sanat mıdır? İşte o zaman bilgi ve gayret gerektiriyor demekdir.
Sadettin Ökten
Sadettin Ökten
: Estetik medeniyet tasavvuruyla şekillenen bir şey. Bir Batılının güzel bulduğunu bir Müslüman güzel bulmaz. Ortaçağda bir Hıristiyanın güzel bulduğunu Rönesans döneminde yaşayan bir Avrupalı güzel bulmaz. Güzelliğin simetri, ahenk gibi temel kuralları vardır. Onlar içi doldurulması gereken kalıplardır. Onların içini siz sesle, renkle, formla dolduracaksınız. Zaman zaman Batılı insan yılar düzenden, hepsine karşı çıkar; o zaman egzantrik, öncü, avangard sanat ortaya çıkar. Bizse değer hükümleri itibariyle hâlâ Müslümanız, onun epistemolojisine bağlıyız ama bunu hayata yansıtmakta zaaflarımız var. Biçimlerimizi kendimiz organize eder, kurar ve yaparsak bize ait bir şehir ortaya çıkacaktır.
Sayfa 39
199 syf.
9/10 puan verdi
·
Read in 3 days
Frida'nın eşsiz hayat hikâyesi ben de dahil elbette birçok yazarın ve sinema dünyasından da birçok sanatseverin ilgisini çekecek türden.Bu beklenen bir şeydi zaten.Hakkında sayısız kitaplar yazıldı ve 5 sinema filmi ile beyaz perdede yerini aldı.Bunlardan en önemlisi ve en çok izleneni "Frida" adlı filmdir. Julie Taymor'un
Frida Kahlo
Frida KahloNazan Arısoy · Dokuz Yayınları · 20191,512 okunma
Ölümlülerin büyük bir bölümü doğanın kötü karakterinden şikâyet eder, zira kısa bir ömürle doğuyoruz, bize bahşedilen bu zaman aralığı öyle hızlı ve öyle çabuk tükeniyor ki, az insan hariç, herkes daha yaşama hazırlanırken yaşamdan ayrılıyor. Sanıldığı gibi, bu yaygın kötülükten sadece sıradan insanlar ve budala avam şikâyet etmez, aynı his seçkin kişilerden de böyle şikâyetler yükselmesine yol açar. Nitekim hekimlerin en büyüğünün şöyle ünlü bir sözü vardı: "Yaşam kısa, sanat uzun." Keza Aristoteles de nesnelerin doğasını incelerken, doğaya bilge birine yakışmayan şu suçlamayı yöneltir: "Doğa ömür konusunda hayvanlara öyle cömert davranmıştır ki, onlara beş ya da on ömür vermiştir, birçok büyük şeyi başarmak için doğmuş olmasına rağmen, insana çok daha kısa bir süre vermiştir." Kısıtlı bir zamanımız yok, sadece çoğunu boşa harcıyoruz. Yaşam yeterince uzun ve tamamı iyi düzenlenirse, en büyük işlerin başarılmasına fazlasıyla yetecek kadar bahşedilmiştir, buna karşılık yaşam herhangi bir iyi şeye adanmadığında, lüks ve umursamazlık yüzünden tükenir ve kaçınılmaz sonun baskısıyla, bizden uzaklaştığını anlamadığımız yaşamın çoktan geçip gittiğini kavrarız. Tam da böyledir, kısa yaşam bulmayız, onu biz kısaltırız, ondan yoksun değiliz, onu tüketiyoruz. Nasıl krallara layık büyük bir malvarlığı kötü bir sahibin eline geçince bir anda dağılır da mütevazı bir malvarlığı iyi birine emanet edilince o kişinin dikkatli idaresiyle artarsa, yaşamımız da kendini iyi düzenleyen biri için oldukça uzundur.
Sayfa 45
“Sözüm ona kültürlü insanlar için üniversiteden sonra her zaman ve her yerde kitaplar, resimler, müzik, masallar, tiyatrolar, konserler, gazeteler, sanat, sergiler, dünya edebiyatı, toplantılar, kulüpler vardır. Peki ya halk için? En iyi haliyle iki, üç veya en fazla beş yıl ilkokula gidebiliyorlar. Yetenek siz yazarlar tarafından yazılmış vasat ders kitapları okutulur genellikle. Çocuklarda öğrenme isteği, duygu ve düşünceler gelişmez. Çoğu zaman kitaba ve zihinsel çalışmalara olan ilgileri de azalmış olur.”
1,500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.